Dün... “Zirve” ertesinde kuvvet komutanları salınmış, 3. Ordu Komutanı ise hala adliyenin davetine uymamıştı. Balyoz Darbe Planı’ndaki başrol oyuncusu Çetin Doğan’ın da sorgusu sürüyordu...
Aynı soruşturma kapsamında on üç ilde aralarında Konya İl Jandarma Alay Komutanı’nın da bulunduğu 17 muvazzaf subay ve astsubay ile bir emekli askeri personel gözaltına alınmıştı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise geçtiğimiz hafta yaşanan krizin ardından yargı reformu için Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi başkanları ile görüşme turunda idi.
Ama en şaşırtıcı gelişme...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre maaş alan üst düzey bir askeri yönetici ile kendisini eşit kılan ve Balyoz Planı soruşturmasında sıra paşalara geldiğinde yapılan “zirve”yi eleştiren köşe yazarlarına yönelik söyledikleri oldu.
***
Yargı reformu gündeme gelince...
Kendi kendime, “devlet bütçesinden yüzde 1 bile pay almayan ve 1 Mayıs 2009 tarihi itibarıyla hâkim ve savcı açığı toplam 3 bin 875 olan bir yargıdan söz ettiğimizin bilincinde miyiz” dedim. Acaba, AB’nin “2009 yılı Türkiye İlerleme Raporu” ne diyordu?
“Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve verimliliği konusundaki kaygılar devam etmektedir.
Bağımsızlıkla ilgili olarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısına ya da adalet müfettişlerinin raporlama biçimlerine ilişkin ilerleme kaydedilmemiştir.
Şemdinli davası devam etmektedir. Davanın bugüne kadarki ele alınış biçimi ve daha önce davadan sorumlu olan sivil savcının görevden alınması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsızlığı konusunda şüphe doğurmuştur. Yargının, Silahlı Kuvvetlerin ve hâkim ve savcı derneklerinin kıdemli üyeleri, yargının önemli davalardaki ızlığını tehlikeye sokabilecek açıklamalar yapmışlardır.”
Tespitler ve öneriler uzayıp gitmekteydi...
***
Vatandaşından yöneticisinden...
Siyasetçisinden askerine...
Tüm zevatın “kendi gibi düşünmeyeni” yok etmeyi can-ı gönülden arzuladığı bir ülkede, tarafsız, yansız ve verimli bir “demokratik yargı” oluşabilir mi?
***
Yarın 28 Şubat...
28 Şubat Post Modern Darbesi’nin yıldönümü... Çevik Bir’in o dönem çalıştığım Sabah Gazetesi’nin patronu Dinç Bilgin’e “ordunun benden rahatsız olduğunu, dolayısıyla işten atılmam gerektiğini” söylediğini Hasan Cemal’in “Kürtler” kitabında okumuştum. O “rahatsızlığın” sonuçlarını da yaşamıştım.
***
Kastını aşmış olduğunu dilediğim Başbakan Erdoğan da şaşırtıcı şeyler söylüyordu:
“O gazetelerin patronlarına sesleniyorum. ‘ne yapayım, köşe yazarıma hâkim olamıyorum’ diyemezsin. Sen bunun sorumlususun, diyeceksin.
...Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da buna hakkın yok.
...Herkes çizgisini bilmelidir. Köşe yazarlarınız beni eleştirebilir, haklarıdır. Ben de uyarımı yapmak zorundayım. Herkes yeri ve konumunu iyi bilmek zorundadır. Bu ülkeyi germeye hakları yok.
...Herkes fikrini söylemekte serbesttir. Ama o insanlara o kalemleri teslim edenler de der ki ‘Kusura bakma, bizim dükkânda sana yer yok’. Herkes vitrinine layık olanı koyar.”
***
Başbakan, “tek sesliliği” arzulayan hiddetini şu noktada temellendirmekteydi:
“Bir taraftan hükümete vuracaksın, öbür taraftan ekonominin çökmesi için köşe yazarlarıyla elinden geleni yapacaksın. Piyasalar yüzde 6,5 puan düşüyorsa, bunun sebebi ortadadır.”
Hâlbuki...
Piyasalar köşe yazarlarından dolayı değil, askeriyenin Balyoz davasının yargı sürecinde anayasal bir suç işleyerek Genelkurmay’da toplantı yapmalarından, kısacası “demokratik ilkelerin” yürümemesinden etkilendi.
***
Acaba “ilke” üzerinden siyaset anlayışı hâkim olsa... Reel politikanın dengeleri yerine evrensel bir hukuk devletinin kriterleri asıl alınsa...
Bunun değişimi için gaza basılsa ve taviz verilmese ne olur?
Ben size söyleyeyim:
Başbakan “tek sesli” bir basın isteyip, “katip” ile “yazar”ı karıştırmaz, generaller yargıyı korkutmak için toplanıp bildiri yayınlayamaz, memur ile yürütmenin başının karşılıklı oturmasına “zirve” denmez ve borsa da bu garipliklerin tümünden korkup düşmez.