İstanbul’un fethi pek çok yeniliğin başlangıcı olduğu gibi sporun da devlet desteğine alınmasının da başlangıcı olmuştur. Fatih Sultan Mehmet ‘in desteği ile spor kurumlaştırılmış ve dönemin en güçlü sporcularının çoğu devlet koruması altına alınmıştır.
Sonraki dönemlerde ise toplumun beden kültürünü daha da geliştirebilmek için, çok sayıda spor alanı, spor tesisleri yapımına hız verilmiştir. Yapımı gerçekleştirilen tekkelerin ( her biri vakıf statüsündedir) yakınında her kentin “Külliye” denilen eğitim kurumları oluşturulurken, cami, medrese, hamam, hastane, aşevi yanında “Zorhane” adı verilen, beden eğimi ile ilgili çalışmaların yapıldığı bir bölüm de, inşa ettirilirdi. Zorhanelerin diğer bir adı da “Sücca Tekkeleri" idi. Gençler zamanlarının bir bölümünü bu zorhanelerde yaptıkları beden hareketleriyle değerlendirirlerdi.
Spor tekkelerinin şeyhleri (antrenör) ve müritleri (sporcular) vardı.Tekkenin günlük idari yapısı şeyh-mürit ilişkisine dayanırdı.
Şeyhler, tekkedeki spor organizasyonlarından mesul olduğu gibi tekkenin diğer işlerinden de mesuldü.
Tekkelerde idmancıların (sporcu) uyku ve beslenmeleri bir düzene bağlanır, idmancıların alacakları besin türleri, bilgili ve deneyimli eski usta idmancıların düzenledikleri programlarla belirlenirdi.
Osmanlıda spor sözcüğünün karşılığı olarak “İdman”, sporcu karşılığı olarak da “İdmancı” sözcüğü kullanılırdı.
O dönemi anlatan Fatih Ali Emiri Kütüphanesi’nde bulunan, Kemankeş Mustafa’nın “Kavisname” adlı kitabında yazar, “ Kemankeş (okçu), idmanı bir gün terk ederse, idman onu yirmi gün terk eder, yani o kadar gün gerilemiş olursun. Bir adam, bir okka bir şeyi götürmeye acz çekerken, idman ile az zamanda bir camus götürmek mümkün ola.” diyerek idmanın önemini anlatmaktadır
Tekkelerde göze çarpan bütün faaliyetler, tasavvufi (manevi) terbiye ve temsiller ihmal edilmeden yapılmıştır. Yazılı olarak ortaya konan ve şeyh-mürit (usta-çırak) ilişkisiyle sporculara kazandırılan bu kurallar, sporda hakkaniyeti ve adaleti sağlamıştır. Bu ahlaki davranışlarla, saygı ve hürmet gösteren, hileye başvurmayan, yardımlaşmayı seven, örnek bir sporcu karakteri oluşturulmuştur.
Sporcular, başarılarından dolayı kendilerine verilen ödüllere rağmen tevazularını ve amatör ruhundan hiçbir şey kaybetmezdi. Onlar, toplumun da düşüncelerini ve ferdi davranışlarını etkilemekteydi. Mesela cirit oyununda ciritcinin kin gütmemesi çok önemliydi. Ciriti ata atmak ise tamamen yasaktı. Bu ata olan saygıdan kaynaklanıyordu.
Geleneksel güreşlerde rakibini yukarı kaldırıp üç adım atan pehlivan galip sayılıyordu. Bu, rakibin yere atılmasını ve doğabilecek bir sakatlığın önüne geçmek için getirilmiş bir kuraldı.
Yine Kemankeşlerin (okçular) ok ve yaylarının yapımında bir problem olduğu tespit edildiğinde ise; Galata kadısı cezalandırıyordu. Bu misal, spor hukukunda yargı kurumunun da var olduğunu bizlere göstermektedir.
Sporcularda yarışmalar sırasındaki ahlaki davranışlardan başka, öncesinde ve sonrasında da manevi değerlere atıfta bulunan davranışlar da göze çarpıyordu.
İşte bir örnek:
İstanbul’da Okmeydanı semtinde ise faaliyet sahası okçuluk olan bir tekke vardı. Fatih Sultan Mehmet tarafından bu alan sadece okçuluk sporunu yapanlara ayrılmıştı. Ok atmaya yeni başlayanlar usta kemankeşlerden birini seçer, ondan tekke ve meydan törelerini öğrenirdi. Okçu adayları imtihana tabi tutulduktan sonra şeyhin önünde diz çöker sonra da elini öperdi. Yine okçular kendi branşlarında yükseldiklerini başkalarına göstermek için kabza (lisans) imtihanına tabi tutulurdu. Ahlaken atıcılığa layık görülürlerse bu sınava alınırlardı.
Talim veya yarışma için atışlar okmeydanlarında yapılır, abdestsiz ok atılmazdı. Atış yapılmadan önce atıcıların hazır bulunanları, öne doğru hafifçe eğilip selamladıktan onlara "şevkınıza!" diye hitap ettikten sonra atışa başlamaları orada bulunanların da (kuvvet ola!) diyerek cevap vermeleri adetti.
Bundan sonra atıcı oku çekerken kalbinden Allah’ı yadeder ve uzun bir (Yâ Hak!) diye seslenerek yayını iki elinin bütün gücüyle çekerdi. Yaydan fırlayan ok yere düştüğünde de orada seyredenler hep bir ağızdan “Ya Hak” diye bağırırlardı. Bu töreni okunu atmadan önce usulü ile yapmayan atıcı bir rekor kırsa bile muteber sayılmazdı.
Osmanlı kemankeşleri Sahabeden Ebu Vakkas hazretlerini pir sayarlardı.
Spor tekkeleri, fert ve toplumun ıslahı yönünde mensuplarına maddi imkanları nisbetinde hem manevi hem de bedeni gelişimlerini sağlayan günümüzdeki sivil toplum kuruluşları konumundaydı.
Sporcuların manevi terbiye almaları, spor tekkelerindeki günlük programların vazgeçilmez unsuruydu…
ulvi_sevecen@hotmail.com