Sosyal hayatın gelişiminde ilim ve sanatın yeri ne kadar önemli ve gerekliyse sporun yeri de o kadar önemli ve gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Spor, toplumu oluşturan her bir ferdin hem ruhen hem de bedenen sağlıklı bir hayat sürmesinde en etkili aktivite.
Günümüzde kulüp ve spor merkezleri çatısı altında insanların veya grupların hizmetine sunulan organizasyon ve programlar, ne yazık ki, fertlerin bedenle birlikte karakterlerini de şekillendirecek, müspet davranışlar öğretecek ruhi/ahlaki gelişimine destek vermeden çok uzak.
Tek taraflı bu düşünce sistemi, gerek ferdi gerekse takım halinde gerçekleştirilen bazı organizasyonlarda – özellikle ülkemizde- sporseverleri üzen, ilgisini azaltan, zevk almaktan ziyade, strese sokan tablolar sıkça görülmektedir.
Peki, her iki yönüyle karakterleri müspet olarak şekillenmiş bir sporcunun yetişmesi mümkün mü? Önümüzde uygulanmış örnek bir pratik var mı?
Var elbette. İstanbul’un fethi sonrası çıkarılan kanunlarla günümüzdeki spor kulüpleri tarzında kurumlaşan “Spor Tekkeleri”.
Tekkeler, kültür tarihimizde önemli bir yere sahip. Tarihte hem Selçuklular hem de Osmanlılar döneminde ilmi, sosyal ve iktisadi hayata önemli katkıda bulunmuşlardır.
Tekkeler, faal oldukları en parlak dönemlerinde sanatta (hat, musiki, ebru), sosyal yardımlaşmada (kervansaray, misafirhane), tıbbi faaliyetlerde( miskinler tekkesi, karantina ve tecrit hizmetleri), ekonomik faaliyetlerde (Ahi zaviyeleri), yurt savunması ve cihatta (Ocak-ı Bektaşiyan), sportif faaliyetlerde (okçu ve güreş tekkeleri) sosyal hayatın her alanında kendilerine yer bulmuştur.
Hayatın ortaya koyduğu hakikatlerin bilinmesi, sosyal ilişkilerin dengelenmesi, terbiye ve adabın, ruh ve beden terbiyesinden faydalanılarak insan iradesine yerleştirilmesi tekkelerin temel programları arasında olmuştur.
Tekkeler o dönem itibarıyla ,“birer eğitim ve hizmet kurumu olmakla birlikte, beden kültürünün önemini kabul eden bir toplumda sportif faaliyetlerin öncülüğünü de yapan birer spor yurtlarıydı da”.
Kuruluş yılları Osmanlısında ruhi gelişimle birlikte, beden kültürünün de önemli olduğu görülmekteydi. Osman Bey’in devletin kurulduğunu ilanı ile birlikte imparatorluğa doğru hızla adımlar atılmaya başlanmış, devletin büyümesinde, yeni fetihlerin gerçekleştirilmesinde güçlü fertlere ihtiyaç duyuluyordu.
O dönemdeki felsefi düşünce;“Ok atmak,kılıç-kalkan,kopuz, at ve güreş idmanları yapmak, mukaddemat-ı cihat (cihada başlangıç), Resulullah’ın sanatıdır” hakikati üzerine şekillenmiştir.
Osmanlı devletinin kuruluş yılları da dahil fütuhat dönemlerinde fethedilen her yeni yere bir tekke kurulmuş, bu tekkelerin civarında veya bünyesinde o dönemde yaygın olan tüm sporların (okçuluk, güreş ve binincilik) yapılmasına destek verilmiştir.
Sporun tekkelerle bütünleşmesi, spor alanlarının vakfedilmesiyle bu sporlar önceki dönemlere göre daha da geliştirilerek yaşatılmıştır. Bursa’nın fethi sonrası Orhan Bey’in zevcesi Nilüfer Hatun, pehlivanların güreşmesi için Pınarbaşı Meydanı’nı vakfetmesiyle buraya Osmanlılar tarafından ilk güreşçiler tekkesi kurulmuştur. İkincisi ise, 1363 -1389 tarihleri arasında Edirne’nin fethiyle Murat Hüdavendigar tarafından yaptırılmış Edirne Tekkesi’dir. İstanbul’un fethi sonrası ise “Pehlivan Sücca Tekkesi”* adıyla üçüncü güreşçiler tekkesi faaliyete geçmiştir.
Fetret döneminde Çelebi Sultan Mehmet ise, Osmanlı ordusunun Timur ‘un ordusuna karşı uğradığı yenilgide, süvari üstünlüğünün etkili olduğunu görerek önemli bir girişimde bulunmuş, Merzifon ve Amasya’da iki binici grup oluşturarak (biri Lahikacı/Lahanacı, diğeri ise Yamyacı /Bamyacı) onların Suluova’da yarışmalarını sağlamıştır. Biniciliğe ilgi duyanlar, bu iki gruptan birine yazılır, bir üstadın yönetiminde huysuz ve eğitimsiz atlara biner, kılıç, cirit ve mızrak kullanmasını öğrenir ve gösterilere alınırdı. Osmanlılarda bamya ve lahana, resmi birer idman ocağı amblemi olarak kullanılmıştır.
*Güreşte modern anlamda dünyanın en eski kulüplerinden biri olarak kabul edilir.