Mübarek Ramazan’ın son bitmesine sayılı günler kalmıştı.
Giresun’da açmaya başladığımız iftar sofralarımıza,
İstanbul, Trabzon, Kastamonu, Edirne, Kütahya, Malatya, Sakarya, Bursa, Afyon, Balıkesir ve Urfa’da devam etmiştik.
Durağımız şimdi Gaziantep’ti. Sofra başındaydık. Ezan okundu okunacak…İftara 5 kalmıştı belki de.
Yetim, öksüz ve yoksul çocuklar soframızın başmisafirleriydi.
Dul analar vardı davetliler arasında. Her biri şefkat kanatlarını açmış yavrularına. Onların yaşayacağı sevince ortak etmek için sofra başındaydılar.
Biraz sonra iftar sevincini paylaşacaktık.
Sonra çocuklara “çocuk kolileri” hediye edilecek,
Öksüz ve yetimlerimiz bayram harçlıklarıyla sevindirilecekti.
Sağ yanımda Av. Yaşar Atılgan, sol yanımda medyadan bir misafir.
Fatih Tamer ve kardeşi ailelerimize hizmet için pervane olmuşlar.
Şemseddin Ulusoy iki oğluyla koşturuyor… Ulusoy’un oğulları Deniz Feneri yeleklerini giymişler, “en yeni ve en genç gönüllüler” olarak konuklara hizmet ediyorlar.
Yaşar bey konuştu.
İftar sofrasında, içinde iftar geçen bir dizeyi terennüm ederek, “oruçlu doğar insan
ölümün iftar sofrasına” diyordu.
Dondum kaldım. Adeta çarpıldım. Bir ustanın kaleminden döküldüğü kesin idi. Ama kim?
Şairi sorduğumda hatırlamadığını söyledi Yaşar bey.
Yemek sonuna kadar bekleyemezdim.
Derhal internete girdim ve buldum şairi.
Merhum Erdem Beyazıt Ağabeyin dizeleriydi, Yaşar beyin dilinden dökülen ve beni sarsan sözler..
…
Şiiri paylaşmalıydım.
Bu mübarek Cuma sabahında bir ölüm haberi tez yetişti.
10 yıl kadar önce Deniz Feneri’nde bir Kurban organizasyonun merkezdeki çalışmalarını yürütürken gönüllümüz Esra Gökçel geceli gündüzlü destek vermişti.
Kalabalık bir ekip, Bayramın birinci gününe Dernek merkezinde sabaha kadar çalışarak girmişti.
Gönüllümüz Esra Gökçel binlerce kurban bağışçısının listeleriyle boğuşurken, yan odada sevgili babası Salih Bey bekliyordu. Çalışmaların sabaha kadar süreceğini kimse kestirememişti. İş tamamlanınca kızını eve götürmek üzere bekliyordu Salih Bey.
Ben arada bir yanına gidip birkaç kelam ediyor, beklemekten sıkılıp sıkılmadığını kontrol ediyordum. O en ufak bir sıkılma emaresi göstermedi. “Bu saate kadar çalışma mı olurmuş, ben kızımı alıp gidiyorum!” diyebilirdi. Demedi.
Sonraki aylarda, yıllarda Esra’yı her gördüğümde babası Salih Amcayı sordum ve tebessümle Dernek merkezinde sabahladığı geceyi hatırlattım, selam gönderdim.
Esra’nın sevgili babası, güzel insan Salih Bey uzun bir süredir tedavi görüyordu. O artık aramızda değil. Şairin dediği gibi O da, “oruçlu doğmuştu ölümün iftar sofrasına.”
Ramazan’a erişmişti ama bayramı fani dünyada değil, buradan daha güzel ve ebedi bir diyarda yapacaktı.
Mübarek Ramazan’da, mübarek Cuma gününde ismine yakışır güzellikte aramızdan ayrıldı Salih Amca.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Esra’ya ve tüm yakınlarına sabr-ı cemil diliyorum.
Şimdi sözü merhum Erdem Beyazıt’a bırakmanın vaktidir:
Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep
Karım bomboş bulacak dünyayı
-N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
-Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına