Ortak zemin oluşturmak

xxx135

Medyayı dehşete düşmeden, üzüntü duymudan takip mümkün değil. En azından ben böyle algılıyorum. Çünkü, hak ve hukuk konusunda bile ortak zemin, ortak anlayış teşekkül etmemiş durumda. Ülkemizde hak ve hukuk kişilerin siyasi ve ideolojik anlayışlarına göre farklılıklar arz ediyor. Böyle olunca da kişiler arası ilişkilerde ortak bir noktada buluşmak mümkün olmuyor. Ortak zemin oluşması gerektiğini söylerken herkesin her konuda aynı şeyleri düşünmesi ve ona göre hareket etmesi gerektiğini savunuyor değilim. Ancak söz konusu adalet ve yasaların uygulanması olunca ortak bir anlayışa ihtiyaç vardır. Hukuk devleti böyle ortaya çıkar. Elbette bir toplumda çok farklı anlayışlar ve buna dayalı olarak farklı davranış biçimleri ortaya çıkacaktır. Ancak, hakkın tespiti ve adaletin tecellisi söz konusu olduğunda medyaya yansıyan görüntü insanı gerçekten korkutuyor. Son aylarda benzer yazılar ve iddialar sıkça gündeme gelmiş olmakla birlikte dünkü gazetelerde yer alan bazı haber ve yorumlar karşısında inanın canım sıkıldı, üzüldüm. Çünkü, verilen örnekler insanın tüylerini diken diken ediyordu. Birbiri ile çelişen karalar gündeme geliyor, yargılanan bir kişi benzer iddialar karşısında suçsuz bulunurken bir başka kişi suçlu bulunarak mahkum edildiği belirtiliyordu. Yargılamalarda böylesine farklı sonuçlar insanın adalete ve devlete güvenini sarsmaz mı? Belli bir anlayışın mensupları korunuyor görüntüsü ortaya çıkmaz mı? Adalet mülkün temeli ise -ki öyledir- adalete duyulan güven yerini güvensizliğe bırakırsa böyle bir ülkede insanların huzur içinde yaşamaları söz konusu olabilir mi?

Bütün bunları anayasa değişikliği çerçevesinde yargı reformunun da gündeme geldiği bir döneminde yazıyor olmamın bir sebebi var. Bu ise toplumda adaletin teminatı anayasa ve yasalardan önce yargıçların olabileceği gerçeğidir. Kısacası yasalardan ziyade yasaların uygulayıcıları çok daha önemlidir. Haksızlığa uğradığını düşünen kişi hakkını mahkemede arayacaktır. Gideceği başka bir yer yoktur. Hakkını arayacağı bir başka makam olmadığına göre öncelikli olarak adil yargıçlara ve yargılamaya ihtiyaç vardır. Ülkenin geleceği buradan geçer. Her ne sebeple olursa olsun insanlar haklarını arama hususunda yargıdan ümitlerini kesecek olurlarsa haklarını başka yollardan almaya kalkışırlar ki o andan itibaren yasa dışı uygulamalar devreye girer. Söz gelimi mahkemelerde iş yoğunluğu sebebiyle yargılama sürecinin çok uzaması geçmişte pek çok insanı çek senet tahsilatı yapan kanun dışı kişilerin kucağına atmıştır.

Demek istediğim o ki insan unsuru en az yasalar kadar önemlidir. Hatta bakış açısına göre birisi de çıkıp 'yargıda insan unsuru yasalardan önce gelir' diyebilir. Çünkü, fakülte yıllarımızda hocalarımız zaman zaman "İyi bir yasa kötü bir uygulayıcının elinde kötü, kötü bir yasa iyi bir uygulayıcı elinde iyi sonuç verebilir"  derlerdi. Yasalar kadar uygulayıcıların da önemli olduğuna vurgu yaparlardı. Bu bakımdan ya anayasa ve yasaların kişiden kişiye değişecek yorumlara kapalı olmasının sağlanması gerekir ya da hak ve adalet anlayışı hususunda toplumunda bir ortak anlayış ve zemin oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Böyle bir zemin nasıl oluşturulabilir? Doğrusu bunun sihirli bir formülü olduğunu sanmıyorum. Ancak diğer toplumların bunu nasıl sağladıklarını araştırmak, bir toplumsal anlaşma oluşturmak gerekiyor. Bunun adı yazılı anayasa olabileceği gibi yazılı olmadığı halde çekilen sıkıntılar dikkate alınarak adalet karşısında herkesin eşit olması, yargının hükümlerinin kişiden kişiye değişmemesi hususunda bir anlayış berberliği sağlamak için gayret sarf edilebilir.

Söylediklerimi hayata geçirmenin zor olduğunu biliyorum. Ancak böyle bir anlayış birliğine de kesinlikle ihtiyaç var. Aksi halde her siyasi hareket ve ideoloji yargıyı kendi tarafında görme ve çekme için çaba sarf edecek demektir. Böyle bir durumda yargının tarafsızlığını sağlamak mümkün değildir. Bağımsızlık yasalarla düzenlenebilir ve teminat altına alınabilir ama tarafsızlığı yasalarla sağlayamazsınız.

Toplumu daha fazla germeden, kamplaşmaları keskinleştirmeden kesinlikle sosyal mutabakata ihtiyaç vardır ve bu mutabakat gönüllülük esasına göre temin edilmelidir. Yoksa anayasa ve yasaları yap-boz tahtasına çevirir, kısa aralıklarla yeni düzenlemelere ihtiyaç duyarız. Bunları yaparken de toplumun bir kesimini kesinlikle memnun edemeyiz.