Türkiye'de siyasal partiler arenasında, medya manivelasıyla çok garip bir orta oyunu oynanıyor. Tamamen adaletsiz, eşitsiz ve insanlarımızın zihinlerini şartlandırmaya, manipüle etmeye yönelik bu orta oyununun kazananlarını da kaybedenlerini de ta baştan belirlemeye çalışıyor ve bizleri bu oyunda bir figüran yapmaya çalışıyorlar. Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı, seçim sürecinin başladığı günlerde medyayı uyararak, "Bu seçim yarışında tüm siyasi partilere karşı eşit davranılması gerektiğini, adaletsiz olunmaması gerektiğini" açıkladı. Peki, seçim arenasına girdiğimiz bu günlerde, mitinglerin başladığı bu zaman diliminde medyanın tüm siyasi partilere karşı eşit davrandığını, hakkaniyetli davrandığını, adaletli davrandığını ve eşit bir rekabet yürütüldüğünü söylememiz mümkün mü?
Tüm televizyonların, özellikle reyting canavarı televizyon kanallarının ana haber bültenlerini açın, bakın, izleyin... Türkiye'de sadece üç parti var... Sanki Türkiye'yi yönetmeye üç parti aday... Sanki Türkiye'nin tüm meseleleri üç parti üzerinde kilitlenmiş.
Hakim paradigmanın hizmetkarı olan medya, izleyenlerin tercihlerini savurmak, zihinlerini bulandırmak, bir siyasi partinin merkezine sokuşturmak için var gücüyle uğraşıyor. Radyo Televizyon Üst Kurulu'na buradan şikayette bulunuyoruz. Türkiye siyasal arenasındaki seçim süreci adaletsiz ve hakkaniyetsiz şekilde işletiliyor. Medya, üzerindeki sorumlulukları yerine getirmiyor. Üç siyasi partiyi gündemine alarak diğer tüm siyasi partileri yok sayıyor. Bu yarışta meclisteki siyasi partiler gibi mücadele etmek isteyen, meclise girmek isteyen, Türkiye'nin sorunlarını belki de bu üç siyasi partiden bile daha güzel çözebilecek çözüm ve önerileri olan siyasi partilere de gerekli hassasiyet gösterilmelidir.
2002 seçimlerinde medyanın oynadığı oyunun adı belliydi: "Ya AKP, ya CHP".... Türkiye'de yokluğun, darlığın, fukaralığın, insan hak ve hürriyetleri ihlallerinin adı haline gelen CHP'den kaçmak isteyenlerin tamamı bu tercih savrulmasıyla AKP torbasının içine dolduruldu. Ve AKP, o seçimlerde aldığı oy oranının çok üzerinde bir temsil kabiliyetiyle meclis sıralarını doldurdu. Bir sonraki seçimlerde de oynanan oyunun şekli değişmedi. Mağduriyet edebiyatı, darbe rivayetleri, Ergenekon soruşturması derken AKP, hiç beklemediği bir oy oranını cebine dolduruverdi.
Şu anda da seçim mitinglerinin başladığı bugünlerde liderlerin birbirleriyle kayıkçı kavgalarıyla çok garip bir seçim sürecine başlamış bulunuyoruz. Bu süreç gösteriyor ki, 12 Haziran tarihine kadar bu liderler, birbirleriyle ağız dalaşı yaparak, "Tencere dibin kara, seninki benden kara" edebiyatına yüklenerek miting meydanlarından seçmen devşirmenin hesabını yapacaklar. Başbakan Tayyip Erdoğan'a sormak istiyoruz: 2023 vizyonu diye ortaya koyduğunuz seçim beyannamenizde din ve vicdan hürriyeti noktasında neler var? Başörtüsü sorununu neden öteliyorsunuz? Başörtüsü sorunuyla yüzleşmek istemediğiniz için mi Antalya'da bir başörtülü adayı seçilemeyecek bir sıradan aday yaptınız?
Bu nasıl bir demokratik gelişim paradigmasıdır? Bu nasıl din ve vicdan hürriyetidir?
Hani, geç gelen adalet adalet değildir diye bir söz vardır.... Geç verilmiş insan haklarının da geçmişe yönelik hiçbir çaresi ve çözümü yoktur.
Onu çözeceğiz.... Bunu çözeceğiz... Ne zaman? Anayasa değişikliğinden sonra.... Şunu yaptıktan sonra.... Bunu yaptıktan sonra.... Bizler, sizin orta oyununuzun figüranları değiliz. Bu memleket de sizin babanızın çiftliği değil... Oynadığınız orta oyununun bize ne kaybettirdiğini çok iyi biliyoruz. Kaybettiklerimizi teker teker kazanacağımız adaletli bir dönem gelecek. Bunu da biliyoruz. Çünkü, o ceylan derili koltuklar, tapulu malınız olmayacak!