Amir, idareci, öğretmenlerin en büyük görevlerinden biri problem çözmektir. Karşılarına çıkan meselelere mantıklı, olumlu bir çözüm yolu bulmaktır.
Aslında bu herkes için geçerli. Karşımıza küçük ya da büyük bir çok sorun çıkabilir. Sorunları çözmedikçe ilerlememiz mümkün değil…
Eğer sorunumuz bir insan ise Lowell Thomas’ın şu sözünü unutmamamız gerekir;
“İnsanlarla uğraşırken hep hatırlayacağınız nokta, mantıklı yaratıklarla değil duygulu kimselerle uğraştığımızı unutmamamızdır. Her insanın kendine göre inançları, gururları ve onurları olduğunu unutmayalım. Başkalarını eleştireceğimiz yerde onları anlamaya çalışalım.”
Büyükler için bunu yaptık diyelim ya küçükler? Sınıfımızda çözüm bulduk diyelim ya evde?
Okula gitmek için telaş içinde hazırlık yaparken küçük oğlum yanıma geldi ve “Anne, Optimus’un ateşi var,” dedi. Çok üzgün görünüyordu.
Oyuncak arabasını dikkatle tutuyor, gözleri ağlamaklı bakıyordu.
“Ver bakayım, hasta mı olmuş?”
“Evet,” dedi.
Arabasını elinden alıp ön tarafına elimi koydum.
Beni dikkatle izliyordu. Yüzümü buruşturup elimi hızla çektim.
“Ooo… Gerçekten çok ateşli. Buna şurup içirelim de iyileşsin, olur mu?” diye sordum. “Tamam,” dedi.
Artık dört yaşına girmek üzere ve ateş düşürücü şurubun hangisi olduğunu biliyor. Kaşığa biraz şurup döktüm, oyuncak arabaya içiriyor gibi yaptım. Arabasıyla ilgilenmem onunla ilgilenmem demekti. Kaşıktakini de kendisine uzattım.
“Al, bunu da sen iç, birlikte iyileşirsiniz,” diyerek gülümsedim. Hemen içti, sevinmişti.
Sonra Optimus’u kanepenin üzerine yatırdık, dinlenmesi gerekiyordu. Benim de evden hemen çıkmam. Aksi takdirde gecikecektim.
Ağabeyinin okul hazırlıkları, onun dersleriyle ilgileniyor olmam onu bu sıralar yanlızlığa ve kıskançlığa itmiş olmalı.
Çalışan kadınlar çocuklarıyla yeterince ilgilenemiyor mu, hayatın koşuştırması içinde en değerli varlıklarımızı- çocuklarımızı- ihmal mi ediyoruz?
Galiba öyle.
Onları mümkün olduğunca dinliyorum. Dinlemesem kendini önemsiz ve değersiz hissedecek veya onu sevmediğimi düşünecekler.
Ağabeyinin elini tutup onunla okula giderken, kendisini bakıcının evinde ardımdan masum masum bakarken bırakıp gitmek elbette çok acı. Hangi anne daha harfleri bile tam çıkaramayan çocuğunu başkasına bırakıp gitmek ister ki?
“Ben optimusun ateşi var,” dediğinde “Saçmalama! Oyuncağın ateşi mi olurmuş?” diye kendisine kızıp başımdan atsaydım sizce ne olurdu? Ağlayıp içine kapanmaz mıydı? Bundan sonrasında belki de bana heyecanını, derdini, yanlızlığını, sevincini nasıl anlatabilirdi?
Optimus iyileşti fakat bu aralar sağ elinin kedi olduğunu iddia ediyor. Kediye de iyi davranmamız gerekiyor. Elinden tutarken, "Kediyi mi seveceksin?" diye sormadan edemiyor. Biz de kedisini seviyoruz. Onu çok seviyoruz.
Mevlana demiş ki “Dertli bir adamın tereddüt ve dumanlarla dolu bir gönül evi vardır; derdini dinlersen o evde bir pencere açmış olursun.”
-Bu küçük bir çocuk olsa bile-
Yanılıyor muyum?