AK Parti'nin iktidar olduğu günden başlamak üzere bazı kesimlerin ve özellikle kendini devletle özdeşleştiren bürokratik merkezin bu iktidara son vermek amacıyla çeşitli stratejiler ve taktikler geliştirip operasyonlar düzenlediğini biliyoruz.
Hayli erken bir tarihte planlanmaya başlanan darbe teşebbüsleri bunun göstergelerinden biridir. Ergenekon davasının aksayan yönleri var, bu doğrudur, ama Türkiye'de hükümete karşı operasyonların yapılmadığı, muhaliflerinin meşru olmayan -darbe, müdahale, kara propaganda vs.- yollarla hükümeti devirmeyi aklından geçirmediği elbette söylenemez.
Kabul etmek lazım ki, temelleri geçen yüzyılın ilk on yılında İttihatçılar tarafından atılan bürokratik rejim komünist rejimlerden de çok daha kavi çıktı, çok ağır sadmeler olmadıkça esnemiyor bile. Tepeden tırnağa halkın iradesine karşı olan bu rejimi zorlayan yegane hakiki kuvvet toplumsal değişimdir. Devleti ve rejimi hukuk ve demokrasi yönünde sadece değişim talepleri zorlamaktadır. Hatırlayalım İsmet İnönü, yakın çevresine veciz bir şekilde şöyle demişti: "Dikkat edin millet de bizim düşmanımızdır."
Son günlerde, mesleğinde hayli başarılı olan Hanefi Avcı'nın tartışılan kitabını bu çerçevede ele almak lazım. Ben, temiz niyetlerle bazı akademisyenlerin içinde yer aldığı "mahalle baskısı"nı ölçer araştırma yayınlandığında, bunun "operasyonel bir çalışma" olduğunu söylemiştim. Sonraları ortaya atılan "sivil faşizm" vb. kavramsallaştırmalar da aynı şekilde operasyoneldi. Öyleydi, ama halkın kolektif bilincinde herhangi bir etki yapmadan gündemden kalktı.
Avcı, kitabını iyi niyetle yazmış olabilir. Veya iddia edildiği gibi çok sevdiği arkadaşının başına gelenlere canı sıkıldığı ya da şahsına yöneldiğini düşündüğü muhtemel bir zarara karşı kontra tedbir almak üzere de bu kitabı kaleme almış olabilir. Her halükarda kitap, hepimizin başına geldiği gibi yazarından çıkıp piyasaya sürüldüğü andan itibaren "fonksiyonel bir değer" taşımaya başlar; siz istediğiniz kadar hakiki amacınızı, iyi niyetinizi anlatmaya kalkışın, olup biten hakim konjonktürün kitabınıza yüklediği anlam ve fonksiyonel değerdir. Bu çerçevede benim gözümde niyetinden bağımsız olarak Hanefi Avcı'nın çok ses getiren kitabı diğerlerinde olduğu gibi "operasyonel bir kitap" özelliği taşımaktadır. Mevcut konjonktürden rahatsız olan çevreler doğal olarak bu kitaba dört elle sarılacaklardır.
Nasıl operasyonel olmasın ki, en kritik bir davada bu dünyayı çok iyi bilen bir emniyetçi önemli iddialar öne sürmektedir: Ergenekon ve Balyoz gibi davaları ikna edici bulmuyor, Susurluk'u daha önemli sayıyor; Yargıtay tarafından Ergenekon davasıyla "fiilî ve hukukî bağ" bulunan Danıştay cinayetinin bu davayla ilgisiz olduğunu söylüyor; Şemdinli davasında dönemin Genelkurmay Başkanı'nın isminin yer almasını cemaate bağlıyor; Hrant Dink cinayetini köpürtülen milliyetçi fanatizme bağlıyor; Erzincan savcısının görevinde iken alınamayacağını savunuyor, hatta Deniz Baykal kasetini de aynı cemaatle ilişkilendiriyor.
Bunların tümü doğru olabilir, zaten düzgün bir yargı olmadan, yani görülen davalar sonuçlanmadan kimse kesin bir hüküm veremez. Ama Avcı kendinden emin bir dil kullanıyor, elinde sayısız delil olduğunu söylüyor, bu durumda son hüküm için mahkemelerin sonuçlanmasını beklememize gerek olmadığını, kendisine kulak vermemizin yeterli olacağını ima ediyor.
Ben bu kitabın "operasyonel" olduğunu düşünüyorum, Mahir Kaynak ise "karşı hamle" olduğu kanaatinde. Her iki durumda önümüzdeki dönemin hayli sıcak ve hareketli geçeceği anlaşılıyor. 12 Eylül referandumu yeni dönemin kilometre taşlarından biri olacak. Referandumdan sonra, yeni bir Türkiye için yeni bir sözleşme zeminini mi yakalayacağız, yoksa "operasyonlar ve karşı hamleler"le Türkiye'yi daha da derin çatışmalara ve kaos ortamına mı sürükleyeceğiz? Hayati soru budur. Hanefi Avcı, siyaset ve toplumsal değişim arasındaki interaktif etkileşimi göz önüne almadan herkese kılıçlarını kuşanmasını öğütlüyor. Bu kendisinden beklenmiyordu doğrusu!..