Gazetecilerin, haber olması sık karşılaşılan ve hoş görülen bir durum değildir. Gazeteciler, haber yazarken mutluyken; haberin konusu olurken mutsuzdurlar. Gazetecinin, bir haberin konusu olması; bir doktorun hasta, bir hâkimin sanık olması gibidir. Devletin, ifrazatını dışarı atarak bağırsaklarını temizlemeye başladığı Ergenekon süreciyle birlikte bazı gazeteciler haber olmaya başladı. Burada tartışılan, bu sürecin uzantısı olarak haber olan isimler, acaba gazeteci mi, yoksa darbenin manipülasyon aygıtı mıdırlar? Türkiye, sıkça askeri darbelerin yaşandığı bir ülke. Ve bugüne kadar gerçekleştirilen darbelerde, bazı gazetecilerin ne görevler üstlendiklerini, özellikle 28 Şubat darbesinin tam bir medya operasyonu olduğunun hepimiz biliyoruz. Bu darbede en büyük rol medyaya verilmiş ve medyanın aktörleri bu rollerini başarıyla oynamışlardı. Bir darbe eğer araştırılacak, soruşturulacak ve yargılanacaksa, bu davanın en önemli sanıkları gazetecilerdir.
2003’ten beri, darbe yapmak için; bazı asker ve sivillerin özellikle gazetecilerin nasıl çabaladıklarını, hangi zıt kutupların nasıl bir araya geldiğini, birbirinin kanını emecek görünen terör örgütlerinin nasıl birlikte hareket ettiklerini Ergenekon, Poyraz, Balyoz Davalarının iddianamelerinden izlemekteyiz. Türkiye’de bugüne kadar birçok olaydaki dayanışmayı, biz, meslek ya da sınıf dayanışması olarak değerlendirdik; ancak bu süreçte, bu dayanışmaların hiçbirinin, mesleki ya da sınıf esaslı değil, örgütsel görünümlü kişilerin kendilerini kurtarmaya yönelik çabaları olduğuna şahit olduk. Bu dayanışma ve koruma örneklerinden birini, Yaşar Büyükanıt, Şemdinli Davası’nda sergiledi ve sanıklar için; “Onları tanırım, iyi çocuklardır” diyerek, suçluların serbest bırakılmalarını sağladı. Bu dayanışmanın bir mesleki dayanışma olmadığını Şemdinli iddianamesiyle gördük. Çünkü sanıkların başında “iyiliğe şahadet eden adam” vardı. Bu dayanışma, tam bir ‘Başkalarının İyiliğine Şahadet Getirip, Suçtan Sıyrılma Operasyonu’ydu ve de başarılı oldu. Bu operasyon, Ergenekon Davası’ndaki bütün sanıklar için uygulandı ancak hâkim ve savcıların dirayeti sayesinde birçoğunda başarı sağlanamadı. Aynı yöntem Haberal için de devreye sokuldu. “Haberal gibi bir büyük bilim adamına bu nasıl yapılır” denilerek ülkede büyütülmüşlerin şahadeti, bir araya toplandı ve iki yıldır cezaevi yerine hastanede yatması sağlandı. Bu iyiliğe Şahadetler; “iyi asker”, “iyi doktor”, “iyi gazeteci”, “iyi bilmem ne” üzerinden yürütülmektedir. Bütün darbe sanığı askerler; Güneydoğu Gazisi, Kardak Fatihi. Adı sanı bilinmeyen bütün gazeteciler; ödüllü, kitaplı, araştırmacı, soruşturmacı, ünlü. Bu şahadetler; bazen da Soner Yalçın olayında olduğu gibi şahitlerin başlarına belalar açmakta. Kılıçdaroğlu çıktı ve düzgün bir diksiyonla, “O, soyadı gibi ‘yalçın’ bir adamdır, onun üye olduğu Ergenekon nerde, ben de üye olacağım” dedi. İki gün sonra Eski Genel Başkanı Baykal, aynı adam için; “O komplocunun tekidir” dedi. Sonra da kabak, her ikisinin başına birden patlayıp, aynı kamera şakasını birlikte, aynı “İklim”de yaşadılar. Oda TV’de çıkan belgeler sonrasında ise Soner’i satıp, Nedim Şener ve Ahmet Şık’a sarıldılar. Bu iki isim için, şimdi güzellemeler yazılmakta, ‘ne kadar önemli gazeteciler oldukları’ vurgulanıp bunların iyiliklerine şahitlerin sayısı artırılmaya çalışılmakta ve bu çaba meslek dayanışması, basın özgürlüğü mücadelesi olarak sunulmaktadır. Ancak nedense bu dayanışmayı hep aynı grubun ‘basın özgürlükçüsü’ gazetecileri göstermekte ve bunların ortak özellikleri ise, Ergenekon sürecini baltalamaya çalışmalarıdır. Bu basın özgürlüğü yaygarasını koparanlar; kendi çizgilerinde olmayanları ise, gazeteci bile saymamakta, kendi adamlarını büyütmek ve kirlerini temizlemek adına çok rahatlıkla yalan söyleyebilmekte, başarı hikâyeleri uydurabilmekteler. Sahi bu gazeteler, televizyonlar, siteler, gazeteciler, yazarlar bütün bu mücadeleyi Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi ikinci sınıf, masalarına dahi oturtmadıkları gazeteciler için mi vermekteler? Acaba bu yalana inanan var mı? “Gazeteci İklim Bayraktar da gözaltına alınanlar arasında” diye yayın yapanların, şimdi “İklim Bayraktar, gazeteci bile değil, onu kim tanıyor ki, o ajan” dediklerini; kadına, her gün nasıl yeni sıfatlar bulduklarını, adını bile, bir gün “Ayfer” ertesi gün “Kaleli” diye değiştirdiklerini; Soner Yalçın’ı “O gazeteci değil, o başka bir şey” diyerek nasıl aşağılayıp, sattıklarını görmüyor muyuz?
Evet, bu artık bir meslek dayanışması olmadığı gibi örgütsel bir dayanışma da değil. Bu tam bir kendilerini kurtarma, kendilerine ulaşmayı önleyecek, basın özgürlüğü adıyla set oluşturma çabası. Daha önce Balbay, Özkan üzerinden oluşturmaya çabaladıkları setin yıkılışı üzerine, Oda TV’ye sığındılar. Ancak burada çamur balçık tutmadı, cıvıdı, yıkıldı. Son gayret, kendilerini önüne katacak seli önleme seti olarak Şener ve Şık’a sarıldılar. Sıranın kendilerine geleceğini biliyor ve bu korkuyla uykuları kaçıyor ve can havliyle sete çamur taşıyorlar. Emin olun Nedim ve Ahmet, hiçbirinin, umurunda değil, onlar kendi dertlerinde, kendilerini kurtarma çabasında. Yıllardır ekmeğini yedikleri, isimlerini borçlu oldukları darbeler, bugün başlarına bela oldu. Korkuları, kendi isimleri; kendi ekmekleri üzerindedir. Basın özgürlüğü, meslek dayanışması, fikir birliği, Ahmet, Nedim palavra.