Ömür geçer iyilikler kalır

Recep KOÇAK

Birkaç yıl önce eğitimci bir gönüllümüzün davetine icabet edip Pendik’te bir grup yatılı İmam Hatip Liseli öğrenciyle bir araya geldik. Deniz Feneri’nin Ramazan Ağabey’i İbrahim Uğurlu Bey ve kendisi de bir eğitimci olan Yusuf Baykal Bey de ekibimizdeydi.

Sabah namazından sonra icra edilen programda vakit sınırlıydı. Karşımda yatılı gençleri görünce kırk yıl önceye götürdü beni hafızam. 1974’te Çorum’un bir köyünden çıkıp İmam Hatip’teki ilk yılımı yatılı okumuştum. O günden bugüne köprülerin altından çok sular aktı. İmam Hatip’li bir lider önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı oldu. Recep Tayyip Erdoğan milyonların duasıydı ama aynı zamanda bu ülkenin bazı vatandaşlarının da korkulu rüyası idi. Zira 28 Şubatçılar’ın korktukları başlarına gelmişti.

O zihniyet sahipleri, 28 Şubat sürecinde hazırladıkları bir raporda ülkemizde kaç İmam Hatip Lisesi bulunduğunu, o tarihe kadar kaç mezun verildiğini, müdahale edilmezse imam hatip neslinin siyasi hayata nasıl ağırlık koyacağını anlatmışlardı. ‘Netekim’ İmam Hatip Liselerine müdahale etmişler, öğrenci sayısı 600 binden 60 binlere inmiş, okulların çoğu neredeyse kapılarına kilit vuracak hale gelmişti.

“Azımızı çoğa sayın” deyip birkaç hususu paylaştık gençlerle. Gençler gittikten sonra ev sahibi idarecilerden birisi bir İmam Hatip’li hikâyesi anlattı. Benim için o günün en büyük kazancı bu hikâye idi.

İşte o hikâyenin özeti:

“Bundan yıllar önce Gaziantep’in bir köyünden bir baba oğluyla birlikte şehir merkezine gitmiş. Oğlunu İmam Hatip’te okutmak isteyen amca şehirde akrabaları ya da yakınları bulunmadığı için çocuğunun yatılı olarak okumasını istiyormuş. İdareciler, “Yerimiz kalmadı” demişler. Oğlunun yıl kaybetmesi ile karşı karşıya kalan baba derin düşünceler içinde çare aramaya başlamış. Bir tanıdığına ulaşıp istişare etmiş, “Ne yapabiliriz? Yok mu bu işin bir çaresi?” diye sormuş. O tanıdığı da İmam Hatip Lisesinin yapımında büyük emek sahibi hayırsever bir tanıdığını arayıp yardım istemiş. Aranan kişi tam bir eğitim aşığı ve İmam hatip sevdalısıymış. İdarecileri aramış, “Sınıfa ilave masa-sandalye alın, yatakhaneye ilave yatak atın, masrafları ben ödeyeceğim. Bu çocuğu geri göndermeyelim” demiş. Çocuğun kaydı yapılmış. O çocuğun adı, Mehmet Görmez imiş..

***

Yine birkaç yıl önce Kayışdağı yakınlarında bir evde bir sohbet grubunun misafiri olmuştuk. Deniz Feneri Derneği İstanbul Şubesi Genel Kurul Üyesi Turan Yetim Beyefendi’nin daveti üzerine gittiğimiz evde ülkemizin dört bir yanından misafirler vardı. Gümüşhaneli, Çankırılı, Sivaslı… Tanışırken, “Ben kendimi Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretlerinden ötürü fahri Gümüşhaneli sayıyorum” dedim. Gümüşhane olmayan bir misafir, “Gümüşhane işini iyi hallettiniz, bakalım diğer iller bu kadar kolay olacak mı?” diye takıldı.

Kayışdağı Merkez Camii’nin cemaati olmak gibi ortak özelliklere sahip grup üyelerinin bazıları Yasin Suresi’nden birer ikişer sayfa okudular. Caminin İmam Hatibi de o meclisteydi, duayı da o yaptı. Yasin’i okuyanlar meğer Kur’an-ı Kerim okumayı aynı Hoca’dan öğrenmişler. Sakarya Hendekli Hoca, ileri yaştaki talebelerinin azim ve kararlılıklarından çok memnun ve mutlu görünüyordu. Allah böylesi meclislerin sayısını artırsın. Sohbet grubundakiler hafta bir evde sohbet dinliyor, Kur’an-ı Kerim okuyor ve aralarındaki kardeşlik bağlarını pekiştiriyorlarmış.

Ev sahipleri Deniz Feneri’nden misafirleri karşılarında bulmuşken sözün çoğunu bize bıraktılar. Ben yıllar önce Deniz Feneri’nin işitme cihazı aldığı Ardahanlı Hazal’ın hikayesiyle başladım sözlerime.. Hazal 5-6 yaşlarında bir kız idi. İşitme engelli olduğu için tek kelime konuşamıyordu. Çünkü kulakları duymuyordu. Ardahan’dan İstanbul’a teyzesinin yanına gelmişti. Teyze ve enişte Hazal’ın duyma ihtimalini araştırıyorlardı. Yapılan tetkikler sonunda işitme cihazı ile bir ölçüde duyabileceği anlaşılmıştı. Alınacak cihazın maliyeti ailenin imkânlarını aşıyordu. Eniştesi Hazal’ın durumunu Deniz Feneri’ne bildirdi. Dernek, Hazal’ın ailesiyle ilgili araştırmaları yapıp yardıma uygunluğunu tespit ettikten sonra işitme cihazını aldı. Hazal artık duyuyordu. Ama henüz hafızasında tek kelime yoktu.

Teyze ve enişte Hazal’la birlikte Deniz Feneri’ne teşekkür ziyaretine geldiler. Bir bayram öncesiydi. Hazal’ı eli boş göndermek olmazdı. Annesi, babası ve ikisi engelli kardeşi için yeni kıyafetlerden bir koli hazırlayıp Hazal’ı uğurlamıştık.

Kısa bir süre sonra Hazal’ın annesinden bir mektup ulaştı Deniz Feneri’ne. O, kızının duymasında emeği ve desteği olan herkese teşekkür ettikten sonra şunları söylüyordu; “Hazal kızım her yeni günle birlikte yeni kelimeler öğreniyor. Geçen gün bana ilk defa ‘anne’ dedi. Bana yaşattığınız bu mutluluğu ömrüm boyunca unutmayacağım. Sizin hep duacınız olacağım. Allah Fenerinizin ışığını hiç söndürmesin.”

Söz, Deniz Feneri İstanbul Şube Koordinatörü Yusuf Baykal’daydı. Onun anlattıkları da hazırûnun gözlerini yaşarttı:

“2004 yılıydı. Amasya Merzifon’da bir okulun müdürüydüm. Mesai bitmiş, öğrenciler gitmişti. Görevliler de çıkmak üzereydi. Bir çocuğun ayak seslerini duydum. O saatte bir çocuğun sınıflarda ne işi olabilirdi. Merak ettim. Sesin geldiği tarafa gittim. Sonunda sesin sahibini buldum. Sınıflardan birinde bir öğrenci kalorifer peteğine sarılmış, ısınmaya çalışıyordu. Tam anlamıyla şoke oldum. Öğrenciye, “Hadi oğlum seni evine götürelim’ dedim. Gitmek istemiyordu. Çocuğun evine gittik. Manzara içler acısı ve inanılması zor görüntüdeydi. Aile, bir evin kömürlüğe benzeyen müştemilatında kalıyordu. Anne zihinsel engelli, baba ise yatalak hastaydı. Çocukların her biri bir yana kıvrılmış, bir şeylere sarılmış, ısınmaya çalışıyorlardı. Ev demenin mümkün olamayacağı o mekânın her yanından soğuk giriyordu ve ortada yanan bir soba da yoktu. Bu durumdan o zamana kadar haberdar olmayışımdan ötürü kendimden utandım.

Kaymakamın yanına gittim. Birlikte bir çözüm bulalım diye. O, bir otelden bir haftalığına yer ayırttı. Otele götürmeden önce ailenin bütün fertlerini hamama gönderdik. Sonra Deniz Feneri’nin o dönemki Genel Başkanı Engin Yılmaz Beyi aradım. Hikâyeyi anlattım. ‘Ne gerekiyorsa bizim adımıza yap’ dedi. Bir ev kiraladık. Eşya alıp yerleştirdik ve aileyi yeni mekânlarına taşıdık. Kaymakama gidip gelişmeleri haber verdim. Yerinden kalktı ve gözyaşları içinde boynuma sarıldı. “Bugüne kadar aldığım en güzel haber bu. Omuzlarımdan ağır bir yükü kaldırdınız’ dedi. İşte, benim Deniz Feneri ile hikâyem böyle başladı.”

Günler, aylar, yıllar hızla geçiyor, ömürler bitiyor. Geriye ise iyilikler ve onları her hatırladığımızda içimize huzur dolduran hikâyeleri kalıyordu.

recep.kocakk@gmail.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.