Efendimize derin bir muhabbeti olan Ebul Vefa Kürdi ellili yaşlarına gelirken, ailesine ve etrafına diyor ki:
" Resulullah'a çok muhabbetim var ama Arapçayı bilmiyorum. Kur’an-ı Kerim’in tefsirini, Resulullah Efendimizin sözlerini anlamak istiyorum. Ne yapıp edip bu ilmi öğreneceğim. Hakkınızı helal edin, ilim öğrenmeye falanca şehre gidiyorum ben.." diyor ve yola çıkıyor.
Medreseye vardığında, hocaların derslerini verip odalarına çekilmiş olduğunu görüyor. O soğuk havada ortalıkta dolaşan birkaç talebe ona yaklaşıp soruyor:
-Babalık ne oldu, ne arıyorsun burada?. Hani oğlun mu var, birisini görmeye mi geldin?
-Hayır, ben ilim öğrenmeye geldim, deyince o iki hayta talebe birbirlerine kaş göz ediyorlar ve:
-Ha sen ilim mi öğreneceksin.. Ama senin bu medreseye kabulün için bazı şartlar lazım.
-A nedir o, bilmiyorum.
-Öğreneceksin şimdi.
-Sen burada ders almak istiyorsan seni imtihana tabi tutacağız. O imtihanı geçersen derse kayıt olacaksın.
-Nedir imtihan?
-Bak şu havuzu görüyor musun, tam avluda bir havuz var, üstü de buz tutmuş.
-Görüyorum.
-Gireceksin bu havuza, sabaha kadar bu havuzun içersinde bekler ve dayanırsan, sabahleyin seni medreseye kayıt ederiz, diyorlar.
Sonradan ‘Hazret’ diye anılacak Ebul Vefa da çaresiz;
- Napalım, adet böyle ise gireriz, diyor ve havuza giriyor…
Yaptıkları numara ortaya çıkacağından ve azar işiteceklerinden korkan talebeler ortalıktan kayboluyorlar. Kendilerince de diyorlar ki:
"Herhalde adam üşüyünce dayanamaz çıkar."
Bilmiyorlar adamın ne kadar âşık olduğunu.
Ebul Vefa Hazretleri ise havuzda mosmor olmuş bir vaziyette bekleşiyor...
Neredeyse ölüm raddesine geliyor.
İlim öğrenmek ve böylece Resulullah efendimizin sözlerini ve Kelamullah’ı anlamak için orada sabit bekliyor. Azmediyor.
Artık canından ümidini kestiği bir sırada, avluya çıkan hocalardan biri, bakıyor ki havuzda bir adam. Donma tehlikesi geçiriyor. Hemen alıyorlar, çıkartıyorlar, onu ısıtıyorlar.
Diyorlar ki: "Yahu birader, sen ne yaptın? Deli misin sen, aklından zorun mu var?. "
Hazret de durumunu anlatıyor ve: "Ben, medreseye kayıt olmak için bunu yaptım."
Adamlar diyor ki: "Ah kardeşim, seninle istihza etmişler."
Hazret o zaman: "Ben Allah ve Resul için onların yolunu öğrenmek için ilim tahsiline geleceğim ve böyle benle alay edilecek ha?!" diyor ve hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.
Bu arada kendi kendine de dövünüyor:
"Ya Resullallah, seni tercihim mi beni bu hale soktu?.
Ya Rabbi, ben seni istedim, niye beni böyle kullarına ram ediyorsun?.
Beni böyle mahrum ediyorsun?.
Ya Rabbi bana yakışır mı?..”
Kendi kendine böyle kahrolurken,
gözyaşlarına boğulurken,
bitkinlikten,
takatsizlikten bir köşede içi geçiyor Hazret’in..
Âlem-i manada Efendimiz (s.a.s) geliyor ve:
"Aç ağzını" diyor. Ebul Vefa Hazretleri’nin ağzına En Sevgili (s.a.s.) mübarek dilini uzatıyor "em" diyor, o da öyle yapıyor… Sonra, "Haydi bakalım, Allah ilmini mübarek etsin" diyor Efendimiz rüyada.
Bu rüyayla beraber kalkıyor, sabah ezanları okunuyor.
Namazı kılıyor, bakıyor ki ortada kimse yok. Meğer o günde medreseye hocalarının hocası baş müderris gelmiş ve önemli bir ders veriyor. O dersten sonrada artık zamanı gelmiş, kemal derecesine ulaşmış talebelere de icazet verilecek. Yani mezuniyet günü.
O da kapının dışından, hoca ne anlatıyor diye dinliyormuş. Hoca Arapça konuşsa da o gayet güzel anlıyormuş. Tefsirden bahsediyormuş baş müderris, tam bir yere gelmiş ki takılıp kalmış: "Vema kane, vema kane…"
Bir türlü gerisi gelmiyormuş dilinin ucuna…
O sırada kapının dışından Ebul Vefa Hazretleri o mevzun, o metnin devamını getirmiş.
Hoca hemen bakmış; "Kimsin sen?" demiş. "Niye dışarıda duruyorsun, bunu sen nereden biliyorsun?. Gel bakayım buraya.."
İçeriye girmiş, herkes taaccüp ediyor. "Devamını oku bakayım” diyor, o da okuyor.
“Şuradan oku bakıyım" diyor, yine okuyor…
Hoca, kürsüden inmiş Ebul Vefa Hazretlerini oturtmuş yerine.
Herkes taaccüp etmiş ve: "Efendim demişler bu adam dün geldi böyle böyle başına bir şey geldi " diye nakletmişler. Hoca demiş ki:
-Sen Arapça bilmiyor muydun?
-Bilmiyordum.
-E nasıl oldu şimdi sen bir gün içersinde öğrendin bu ilmi?. Sadece Arapça konuşmayı öğrenmemişsin sen, bu ilmi de almışsın, deyince, tarihe mal olmuş o mühim sözü o zaman söylüyor Ebul Vefa Kürdi Hazretleri:
-Emseytu Kürdiyyen ve asbahtu Arabiyyen.
Yani: "Ben Kürt olarak yattım, Arab olarak sabahladım.” diyor ve işin sırını orada beyan ediyor... O medreseden de mezun oluyor.
Üşütmüş ve hasta olarak yatağa uzanmış Fatih Çıtlak’ın Mesnevi Sohbetleri’ndeki bu hikâyeyi okurken sinirlerim boşaldı ve gözyaşlarım boşaldı. Ne kadar sürdü bilemiyorum. Bir akan burnumu, bir gözyaşlarımı silerken, bu ibretliği dostlarla paylaşmak için yazıya koyuldum..
Öyle gıpta ettim ki o güzel insana… Bu hastalığım bana vız geldi! Bu hikmete mazhariyet için şimdi bırakın soğuk suda donmayı, ölmeye bile razıyım. Her gibi bir millete mensup olup da bambaşka bir milletten ve ırktan biri olarak, hatta öbür âlemde gözlerimi açmaya da razıyım!
Allah’ım, bana öyle bir aşk, öyle bir aşk nasip et ki… Bana ölesiye bir aşk nasip et. Gerisi de zaten Sen’in bileceğin bir iş..! (19 Ocak 2011)
AV. RAMAZAN KERPETEN (ramazan@kerpeten.biz)