Size de olur mu bilmiyorum ama beceremediği bir işi yapmaya kalkıp da gülünç duruma düşenleri izlerken garip bir sıkıntı hissederim.
Gülünç olduğunu, acıklı göründüğünü fark edemeyen insanları izlerken onların adına utanırım.
Eğer bir de bu duruma düşen, asla böyle bir duruma düşmemesi gereken biriyse daha da kötü olurum.
Dün Yargıtay Başkanı’nın konuşmasını dinlerken doğrusu çok zorlandım.
Bu konuşmayı, gelişmiş bir ülkenin yüksek yargıçları önünde ya da Oxford, Sorbonne ya da Harvard gibi bir üniversitenin hukuk fakültesinde yapsaydı, onu dinleyenler ne düşünür, ne hissederlerdi diye aklımdan geçirdiğimde yüzüm hafiften bir kızardı.
Bir ülkenin Yargıtay Başkanlığı gibi “en onurlu, en saygıdeğer” olması gereken makamına yükselmiş birinin hiç hukuk ve demokrasi bilinci olmaması, ne hukuk felsefesini, ne demokrasinin özünü kavramış olması beni utandırdı.
Yargıtay Başkanı öyle laflar etti ki bu ülkede hukuk diye bir şey olmadığını, yargının çoktan öldüğünü sanki bütün dünyaya ilan etti.
Konuşmasını nasıl bir ruh haliyle hazırladıysa, konuşmayı okurken bazı yerleri “atlaması” gerektiğini kendisi de fark etti.
Ama “atladığı” o satırlar basına dağıtılan yazılı metinde yer alıyordu.
Başkan’ın okumadığı ama yazdığı şu satıra bakın:
“Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz.”
Türk hukukunun düzeyi bu mu?
Orta boy bir politikacı konuşması bu.
Ama tabii daha vahimi, Yargıtay Başkanı’nın kafasında bir “yandaş yargı” kavramının bulunması. Belli ki yargının bir bölümüne güvenmiyor.
Peki, Yargıtay Başkanı’nın bile güvenilmez bulduğu bir yargı sistemine halk nasıl güvenecek?
Ayrıca, “yandaş yargı” ne ve kim?
Kimden yana yandaş?
Bu “kavramın” asıl kullanıldığı alan medya, biliyorsunuz “yandaş medya” diye bir kavram var, hükümeti destekleyen gazetelere verilen ad bu.
Yargıtay Başkanı da aynı kalıbı kullandığına göre yargıda “hükümeti destekleyen” bir kanat olduğuna inanıyor.
Yargının bir kısmı siyasallaşmış ona göre.
Hükümetten yana “yandaş yargı” varsa acaba “hükümete karşı” ya da “muhalefete yandaş”, hadi biraz daha ileri gidelim “Ergenekon’a yandaş” yargı da var mı?
Son Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun toplantılarını hatırlarsanız, var olduğunu göreceksiniz.
Demek ki bizim yargı karpuz gibi ikiye ayrılmış.
Ve, iki yarım da siyasallaşmış.
İşte, yargının ve hukukun ölümü budur.
Böyle bir yargının, bir cesetten farkı yoktur ve gitgide çürüyüp kokuşur.
Siyasallaşmış bir hukuk, hukuk değildir çünkü.
Güvenilmez bir kurumdur.
Yargıtay Başkanı’nın bize anlattığı Türk hukuku böyle bir şey.
Başkan, Ergenekon soruşturmalarını da ciddi bir şekilde eleştiriyor.
Şu anda devam etmekte olan bir mahkeme hakkında “ima yoluyla” da olsa bir Yargıtay Başkanı’nın fikir yürütmesi, davaya müdahale anlamına gelmez mi?
Yarın bir gün, o mahkemenin kararları Yargıtay’a gelecek, bugün Yargıtay Başkanı’nı dinleyen herkes artık Yargıtay’ın bu davaya nasıl baktığını biliyor.
Bu, hukuka uygun mu?
Değil ama kimin umurunda.
Tabii, bir de Başkan’ın demokrasiye bakışı var.
Hükümetin yapmaya hazırlandığı adalet reformunu eleştirirken aynen şöyle diyor:
“Diğer bazı Avrupa devletlerinde parlamentonun yüksek kurula üye seçme yetkisi bulunduğundan bahsedilmektedir. Ancak söz konusu ülkelerde demokratik parlamenter sistem bütün kural, kurum ve kuruluşlarıyla benimsenmiş ve uygulanmaktadır. Oysa ülkemizde yargı bağımsızlığı, hâkim-savcı teminatı, hukukun üstünlüğü, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti gibi anayasal ilkeler hâlâ tartışma konusudur.”
Yargıtay Başkanı’na göre Türkiye’de “demokrasi” yok onun için “demokratik ülkelerdeki” hukuk uygulamalarına burada yer veremeyiz.
Peki, ne yaparız?
Demokrasiye uymayan hukuk kurallarıyla devam ederiz.
Başkan “demokrasi istiyor” ama “demokrasiye uygun” hukuk sisteminin buraya gelmesini istemiyor.
Demokrasiye uymayan bir hukuk sistemiyle nasıl demokrasiye geçeceğiz peki?
Başkan’ın mantığına göre, “bizde bugün demokrasi olmadığı için demokrasiye uygun bir sisteme asla geçmemeliyiz.”
Bugünkü demokrasi dışı durum sonsuza kadar devam etsin istiyor anlayacağınız.
Peki, bu demokrasi düşmanlığı neyin “yandaşlığı” dersiniz?
Siz söyleyin, ben duyarım.