Aralık 2013 sonlarında Türkiye'de yaşayan bizler her gün onlarca can sıkıcı haberin ve olayın bombardımanı altında birbirimizi yemeye devam ediyoruz. Cihadı unutan, beylik diyarından kölelik ülkesine hicret eden günümüz Müslümanları, boşa dönen değirmen taşları gibi bir birimizi öğütüyoruz. Bu günlerde Türkiye de Halkın beslendiği en büyük bilgi! kaynağı olan Televizyonlar bol bol dizi yayınlıyor. Bunlarda da işlenen konular: kim kimi sevdi, kim kime ihanet etti, kim kimi dövdü, kim kime sövdü, cemaat uçtu, medya göctü…Gibi alt kültür konuları. Bu rutinlikten bıktım ve şöyle tarihe bir uzanayım dedim. Büyük Türkiye Tarihinin beşinci cildini elime aldım ve rast gele bir sahife seçtim. 390 lı sahifeler çıktı karşıma. O dönemde de siyasi mücadeleler, saray entrikaları, iç karışıklıklar var, ama toplumun ana düşüncesi gündemin en önemli bölümü fetihler, zaferler, cihad. “Fransız elçisi nasıl azarlandı, Almanya'ya giden elçi Viyana sokaklarında mehterle yürürken Almanlar nasıl hayranlıkla izledi, Kandiye nasıl feth oldu, İslam ordusu Avrupa ovalarına nasıl süzüldü…Gibi dışa dönük, heyecan ve gurur verici hadiseler çok daha fazla. İşte o dönemden birkaç sahne :
FETİH OLMADAN HACCA GİTMEYEN KADIN
Cihan padişahı IV.Mehmet Han, 1669 yılında Serdarı Ekrem Fazıl ahmet Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun Kandiye muhasarası sürerken icabında Girite gitmek üzere Yunanistan'da dolaşıyor, avlanıyor, spor yapıyordu. Bir defasında Teselyanın kuzeyindeki 2918 metre yüksekliğinde olan ve eski Yunan tanrılarının buluşma yeri kabul edilen Yunanistan'ın en yüksek tepesine Olimpos zirvesine tırmandı. Tırmanış sırasında Cihan Padişahının altındaki at çatladı. Padişah hayatını tesadüfen kurtarmasına rağmen zirveye çıkışını sürdürdü.ve zirveye vardı. Hatta zirveye yaklaşırken arası büyük uçurum olan iki kaya arasını atıyla atlıyarakmaiyyetiniheyecen içinde bıraktı. (yılmaz Öztuna 5. Cilt, 398. Sahife. hammerden nakil) Padişah sanki şöyle demek istiyordu: Ey batı ey batıl işte kültürüyün kaynaklarından biri olan Yunan medeniyetinin en çok konuştuğu dağ ve orada yaşayan tanrıların yuvaları atımın ayaklarının altında. (Biliyorsunuz bu dağda Yunanlılar tanrıların yaşadıklarına inanırlardı ki onların önemlileri şunlardır: Zeus; tanrıların kralı, en büyük tanrı. Hera; Zeus'un karısı, evliliğin tanrıçası.Poseidon; Okyanusların, denizler aleminin tanrısı. Hades; Yer altının ve ahiretin tanrısı, ölen insanların ruhlarıyla o ilgilenir, Athena; Zekâ, sanat, eğitim ve savaş tanrıçası…Ares, Hephaistos, Apollo, Artemis, Hermes…)
Padişah Yunan dağlarında av yaparken Serdarı ekrem, uzun yıllardır tüm Avrupa desteklediği için bir türlü fethedilemeyen Kandiye ye yükleniyordu. Paşa öyle bir irade gösterdiki ordusunu bir kış boyu geri çekmeyip kazdırdığı yer altı sığınaklarında kışlattı. Bu sırada Fazıl ahmet paşanın annesi Ayşe hatun serdarı ekrem olan oğlu Fazıl Ahmet paşayı ve ordusunu teşci için Kandiye’ye geldi. (Ağustos 1669) Yaptırdığı hayır eserleriyle Vezir Köprü, Çarşamba, Safranbolu kasabalarını ihya eden bu Osmanlı hatunu, oğlu ve osmanlı askerleri ile birlikte fetih tamamlanıncaya kadar yer altı evlerinde yaşamıştı. (sayfa 401) “Kale düşmeden hacca gitmeyeceğim diyen Ayşe Hatun” bir Osmanlı annesinin nasıl olması gerektiğine mükemmel bir örnek verdi.
Yine bu dönemde Osmanlı kamu oyu ; Fransa elçisinin inanılmaz şekilde nasıl aşağılandığını ve nasıl dayak yediği konularını konuşuyordu. Almanların ülkelerine (Viyana’ya) gelen Osmanlı Elçisini ve maiyyetini, onurla, şerefle, hürmetle karşıladıkları haberleri İstanbul sokaklarında çalkalanıyordu. Almanların, mendil bilmedikleri için resmi toplantılarda bile burunlarını kollarına sildikleri konusu, Osmanlı halkının Avrupalıyı niçin aşağıladığı mevzuunu açıklıyordu. İmparatorun yalvarması sonucu 299 kişilik maiyyetiyle birlikte Viyanaya giden elçinin, (mehmet paşa) muhteşem ve gösterişli elbiseleri ile mehter eşliğinde Viyana sokaklarını çınlattıkları; Viyana elçisi Mehmet paşanın kendilerine tahsis edilen büyük sarayın bahçesinde beş vakit namazı cemaatle kıldığı, Alman halkının ve ileri gelenlerinin bu manzarayı seyretmek için her gün sarayın bahçe duvarlarına üşüştüğü konusu da hem Osmanlı hem Avrupa kamuoyunun baş konularından idi.
Nerden nereye değil mi?