Cumhurbaşkanı Gül'ün başkanlığında Köşk'te yapılan zirvenin ardından yapılan açıklama bazı yazarlar tarafından olağanüstü durumdan olağan hale geçişin bir göstergesi olarak nitelendirildi. Estirilen toz bulutunun ardından sorunların hukuk çerçevesinde çözüleceği açıklaması elbette toplumda bir rahatlamaya yola açtı. Çünkü, bir kısım medya öyle bir hava estirmişti ki, "Yarın ne olacağı belli değil ve darbeler dönemi geri mi gelecek?" soruları kafalarda yeniden canlandırılmıştı. Bir bakıma diyebiliriz ki darbeci zihniyet ile işbirliği içindeki medya yine bildiğimiz tavrını sergiliyor, yine toplumu korkutarak sindirmeye, bir takım kanun ve hukuk dışı müdahalelere karşı sesiz kalmaya itiyordu. Bu arada bazı kurumları kışkırtma anlamına gelen yayınlarda eklenince ister istemez toplumda bir tedirginlik oluşuyordu.
Aslında bir hukuk devletinde olağanüstü olarak takdim edilen gelişmelerin hiçbir olağanüstülüğü yoktu. Bazı belgeler ışığında yargının belgelerde adı geçenler hakkında başlattığı soruşturma söz konusuydu. Yargının bir konuda soruşturma başlatması bunun sonucu bazı tutuklamaların gerçekleşmesi olaylarda tüm adı geçenlerin suçlu olduğu anlamına gelmeyeceği bilinmesine rağmen bazı çevreler adeta yargıya karşı bir kampanyaya oluşturdu. Bu arada yargıyı direkt hedef almaktan çekinen bazıları ise yürütmeye yüklenerek kampanyalarını yürüttüler. Elbette böylesine yaygın bir kampanya toplumun bir kesiminde ister istemez sanki olağanüstü günler yaşanıyormuş izlenimi uyandırdı. Çünkü, muhalefet ile medyanın bir bölümü öylesine bir kampanya yürütüyorlar ki yargının ve TSK'nın kışkırtılması söz konusu oluyordu. Böylesine bir kampanyanın etkisi altında kalan bazı kurumlar ve sorumluları tepki vermek zorunda hisseder hale geliyorlardı. Böyle olunca da hiç gereği yokken ülke bir gerilimin içine sürükleniyordu. Belli ki bazı partiler ve çevreler gerilimden medet umuyorlardı. Çünkü oluşturulan gerilim tamamen zorlamaydı.
Aslında karşılıklı görüşüldüğünde darbelerden yana olmadıklarını açıkça ifade eden kişiler bu karmaşa içinde takındıkları tavır ve açıklamaları ile haksızlığa uğradıkları bu haksızlığın sürdürülmesi karşısında sessiz kalamayacaklarına gibi bir görüntü vermeleri bazılarının hevesle ellerini oğuşturmalarına zemin hazırlıyordu. Diyebiliriz ki olağan gelişmeleri olağanüstü şartlar gibi takdim edenler kendi oluşturdukları olağanüstü durumdan yine kendilerine göre buldukları bir gerekçeye sarılarak sıyrılmaya çalışıyorlar. Çünkü bu kesimler Çankaya Köşkü'ndeki zirvenin ardından kendi yorumlarına uygun bir açıklama çıkmasını bekliyorlardı. Hatta toplantının başlangıcında verilen kısa görüntüde bu kanallar genellikle Başbakan ile Genelkurmay Başkanı'nın elindeki çantalara ve yüzlerdeki ifadeye dikkat çekerek bir hesaplaşmanın olacağı havasını estiriyorlardı. Ancak toplantının ardından olması gereken açıklamanın yapılması bu kesimleri ister istemez hemen bir keskin dönüş yapmaya zorladı. Böylesi iyi de oldu. Çünkü toplumun zaten pek çok sorunları var. Sorunlar altında bunalmış olan insanımızın biraz olsun rahat nefes almaya ihtiyacı vardı.
Ortada olağanüstü bir durum yoktu ama şimdiye kadar pek gündeme gelmemiş ve düşünülmemiş bir hukuki sürecin başlatılması vardı. Bu hukuki süreçten rahatsız olanlar elbette bulunabilirdi. Ama bu yargıya savaş açmak anlamına gelmemeliydi. Bunu yaşadık ve hala yaşıyoruz. Ancak, aynı çevrelerin bir başka hukuki süreç karşısında tam tersine bir tavır sergilemeleri bir savcının yetkilerinin alınmasına alkış tutmaları, yüksek yargı ile yürütmeyi karşı karşıya getirme gayretleri ister istemez neler olduğunu tam olarak bilmeyen halkta tedirginlik oluşturuyordu. Kısacası olağanüstü bir durum yokken varmış gibi bir hava estirenlerin son gelişmeler karşısında inatlarından vazgeçmeleri gerekiyor. Toplumu daha fazla yanlış bilgilerle germeye hakları yoktur. Bazı kurumları arkalarına alarak etkili olmaya çalışmak yerine halkın desteğini almaya çalışırlarsa ülke hiçbir zaman olağanüstü bir görüntü vermez.