Tacikistan’ı yazarken okullardan ve bu okulların kurulmasında emeği olan civanmert, vefa insanı Hacı Kemal Erimez Abi'den bahsetmeden geçmek zannediyorum en büyük vefasızlık olurdu bizim için.
Ömrünü eğitim ve hayır işlerine adayan Hacı Yusuf Kemal Erimez Abi, bir ufuk insandı. Millî ve mânevî değerlerin yanında ahlâkî duyarlılıkları da kendine rehber edinen; hoşgörüye, gelişime, pozitif bilimlere, teknolojiye ve yeni düşüncelere açık bir “Altın Neslin” yetişmesi için varlığını ortaya koyan bir “okul insan”dı o. Ömrü buyunca bu duygularla koşturdu ve gerek Anadolu’da gerekse Atayurt’ta çok sayıda eğitim müessesesinin açılmasına da vesile oldu.
Zengindi, yedi sülâlesine yetecek zeytinlikleri, mülkleri, hattâ bir de elmas madeni vardı. Ama maddî imkânlarını hayır işlerine adayacak kadar da cömert bir insandı.
Sosyal yönü itibariyle çok açık bir insandı. Siyasetin nabzını elinde tutan insanlarla yakınlığı da bulunduğundan, 1950’li yıllarda ezanın yeniden aslına uygun olarak okunması yolundaki gayretlerinden dolayı, dine hizmet düşüncesiyle bir dönem sağ partileri destekledi. Ancak seçilme arzusuyla siyasete hiç bulaşmadı ve bu noktada kendisine sunulan cazip teklifleri daima geri çevirdi. Hele kılavuzunu, en yakın dâvâ arkadaşını – Fethullah Gülen Hocaefendi- bulduktan sonra bütün mesaisini ve maddî imkânlarını eğitim ve hayır işleri adına kullanmaya başladı.
O’nun dikkat çeken hususiyetlerinden biri de, eğitim ve hizmet adına dile getirilen tavsiyeleri, “Bunlar bana söyleniyor. Hemen yerine getirmem lâzım” diyerek bizzat üzerine alması ve bir yerde emir telâkki etmesiydi. Bu husustaki işaretleri, hattâ îmaları dahi emir telâkki ediyor; maddî ve mânevî gücünü zorlayarak bunları yerine getirmeye çalışıyordu. Hiç tereddüt etmeden dükkânlarını ve hattâ evini bile satmış; ciddî bir aşk ve şevk içerisinde talebelere burs verme, okullar açma gayreti içine girmişti.
Şahsî gayretlerinin yanında başkalarının da kapısını hiç çekinmeden çalıyordu. Hakikaten o, gerçek bir dâvâ adamıydı. Hizmet ederken hiçbir suretle nefsine pay çıkarmayan ve kendini sıfırlayan bir insandı. Eğitim hizmetlerinde varlığını ortaya koyarken beklentisizdi, Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir gayesi yoktu.
Vefalı ve civanmert bir insan olan Hacı Kemal Erimez Abi, çeşitli sahalarda yapılan hizmetlerde hep ilklere imza attı. Eğitim hizmetlerinin müesseseleşmesi adına, yetmişli yıllardan itibaren Anadolu’yu adım adım dolaştı. Yurtiçi ve yurtdışındaki açılımlarda ipi hep önde göğüsleyen kahramanlardan biri oldu.
Ömrünün sonlarında Orta Asya’daki hizmetleriyle şahikaya ulaştı. Yetmiş küsur yaşlarında ömrünün son günlerini Tacikistan’da ağır şeker rahatsızlığı altında geçirdi. Bu münasebetle denebilir ki, bir irfan âbidesi olan bu zâtın çok kimseye hakkı geçti. Hâli vakti yerinde olmasına rağmen dünya malında gözü olmadı, mütevazı bir hayat yaşadı.
Başında rehber kabul ettiği insanın: “Hacı Kemal, senle benim evimiz olmaması lâzım, dünyaya çalışıyoruz hissini etrafa uyarmayalım. Gel bir kulübeciğimiz olmadan yaşayalım bu dünyada. Bu hayırlı işleri dünyalık menfaatler için yapmadığımıza, Allah’ın rızasını aradığımıza hâlimiz şahit olsun.” sözüne samimiyetle sâdık kaldı ve hayatında tatbik etti.
Bu vefakâr ve cömert insan, yıllarca kiralık bir evde veya bir okulun mütevazı odasında yatıp kalktı ve dünya namına arkada bir şey bırakmadan gitti. Tam anlamıyla önden giden bir atlı oldu.
Taciklerin "Hacı Ata" diyerek andıkları Hacı Kemal Erimez Abi, 13 Mart 1997 tarihinde geride pek az insana nasip olacak hizmetler bırakarak bu fâni dünyadan göçüp dâr-ı bekâya irtihal etti.
Şimdilerde onun gözyaşları ve alın teri ile kuruluşuna vesile olduğu birçok müessese kendi gibi dertli binlerce insanları yetiştirmeye devam ediyor. Türkiye’nin en önemli medya organlarından olan Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonuyla birlikte, Fatih, Yamanlar, Samanyolu, Serhat kolejlerinde Türkiye’nin gururu olan binlerce genç yetişti ve yetişmeye devam ediyor.
Onun, Tacikistan, Azerbaycan, Özbekistan gibi ülkelerde ilk temellerini attığı Türk okulları, bugün 140 ülkeye yayılmış durumda.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Erimez Abi'nin vefatının hemen ardından dediği gibi: “O bir tane vefat edip gitti. Bir tohum gibi toprağın bağrına düştü. Bir sümbül, bir başak hayatını netice verdi. Bir ölüp o manada yirmi dirildi. Onun koştuğu sahaları, yetiştirdiği nesiller boş bırakmadı."
Tacik öğrenciler "Hacı Ata" nın kabrinde dua ediyorlar...
(.......)
SIZINTI /Ocak 2008 Yıl :29 Sayı :348
Fatih Camii’nin avlusunda son seferin için toplananlar, seni ne kadar tanıyordu bilemem; ama onların seni çok daha yakından tanımalarını isterdim. Duşanbe Ekonomi Lisesi’ndeki suntayla ikiye bölünmüş odanın sana ait, ahşap dolaptan ve eski iki kanepeden müteşekkil kısmı bile onlara ne kadar çok şey anlatırdı. Bazen Türkiye’ye giderdin. Oradan döneceğini, odanın penceresine yuva yapan bir kumru müjdelerdi bize. Her defasında buna şahit olunca, o kumrunun nöbet bekleyen sâdık bir nefer gibi seni müjdelemek için oraya yerleştirildiğini anladık. Türkiye’den döndüğünde ise, o kumru âdeta seni rahatsız etmemek için uçar giderdi. Duşanbe’nin sıcak yaz günlerinde, on dakika güneş altında kaldığımızda bunalır, başımızı sokacak bir gölge arardık. Sen ise o yakıcı güneşin altına sırtında ceketinle çıkar ve “Ben büyüğümden öğrendim, ceket giymek edeptir. Hepimizin bulunduğu ortamlarda bir ben, bir de o ceket giyeriz.” derdin. İlerlemiş yaşına rağmen, sabahtan akşama kadar çoğu zaman yayan, bazen de kliması ve hiçbir lüksü olmayan bir arabayla oradaki fidanların geleceği için koşturup dururdun. “Hacı Ağabey, sana Avrupa’dan son model bir araba getirtelim” diyenleri; “Evlâdım, insanlar sokaklarda aç dolaşırken, siz bana nasıl böyle bir teklifle gelirsiniz?!” diyerek yadırgardın. Akşamüzeri dönerdin okula. Gelmeni hasretle beklerdik. Lâcivert ceketin elinde yavaş yavaş çıkardın merdivenleri. Tercümanın olan delikanlı: “Hocam bu ne enerji! Ayaklarımın altı şişti, Hacı Ağabey hiç mi yorulmaz?” derdi. Odana çekilip, çoraplarını çıkardığında içim sızlardı. Ayakların davul gibi şişmiş olurdu. Bazen ayaklarındaki çatlaklardan kan sızardı. 18 yaşındaki gençlerin bile şartlarına tahammül edemedikleri bir yerde sen, ordunun önünde giden şanlı süvari gibi bize hep şevk kaynağı oldun. Ekmeğin bulunmadığı, suyun temiz olmadığı; sokaklardakardeşin kardeşe kırdırıldığı, insan canının kıymetinin olmadığı; fırın önlerinde yüzlerce insanın evine ekmek götürmek için birbiriyle ölümüne mücadele ettiği ve insanların ekmek kuyruklarında vurulduğu zamanlardı. Sofrana yiyebileceğin bir şeyler bulabilmek için, can korkusu içinde pazara giderlerdi. Gıda ihtiyacını ancak tavuk ve gazlı suyla giderebiliyordun; çünkü hem şeker, hem de kalb hastası idin. Oda olarak kullandığın küçük barakadan, lâvaboya gitmek için çıkardın. Paçalarını sıvar, beyaz terliğini giyerdin. Gün boyunca bütün Duşanbe’yi adımlayan sen, lâvaboya gitmek için, en az iki defa dinlenirdin. Sandalyeni getirir, okul lojmanının koridorunda seni beklerdik. Oturup bir nefes aldığında hâlimizi sorardın. Çocuklar gibi sevinirdik. Nasihat eder, talebelere nasıl davranmamız gerektiğinden bahsederdin. Sonra başından geçenleri anlatırdın. Duş ve hâcethâneler, lâvabolarla aynı yerdeydi. Buraların fayansları acemice döşenmişti, kapıları da barakaları andırıyordu. Usta bulunamayınca, fayansları belletmenlerle okul müdürü döşemişti. Soğuk suyla yıkanmak mecburiyetinde kalan bir gence iltifat etmiştin. Sıcak suyun bile bulunmadığı mekânlar, sen teşrif edince güzelleşiyordu. Bu şartlar altında vazifelerini yapmaya çalışanları takdir ediyordun. Sen ise, takdir edilmeyi ötelere bırakmıştın. Misafir gelecek olduğunda okulu dört dolanırdın. Allah’ın izniyle en küçük teferruatı bile unutmazdın. Masaya konacak çiçekten, merdivenlerin arkasındaki görünmeyen kirlerden, sıraların üstünde çizik olup olmamasına kadar her şeye dikkat ederdin. Kimseyi küçümsemez, ihmal etmezdin. Seni her zaman o mütebessim çehrenle hatırlayacağım. Bir gün okulda çalışan yaşlı bir sıva ustasının hâl ve hatırını sormuş, gönlünü hoş etmiştin. Usta, senin dilini bilmiyordu; ama anlattığın her şeyi âdeta anlıyordu. Sen bir vefa membaıydın. Sıla-i rahime niyetlenmiş, vedalaşmak için yanına gelmiştim. “Van’da falan şahıs var, ona benden çok selâm söyle!” demiştin. Dert ortaklarını en zor zamanlarda bile unutmamıştın. Vefatına inanamamıştık hiçbirimiz. Ama sen de fânîydin. Sevgili’ye kavuşma zamanın gelmiş, ötelere uçup gitmiştin. Vefatından yıllar sonra, Çin’e komşu bir ülkede pazarda alışveriş yapan arkadaşlara, yaşlı bir kadın: “Hacı Ata nasıl?” diye sormuştu. Arkadaşlar oldukça şaşırmıştı. Nerden tanıyordu Çin’e komşu bir ülkede yaşayan bu yaşlı kadın seni. Vefat ettiğini söylediler ona. Kadın dizine vurup öyle bir “Aaahhh!” çekti ki, oradakiler oldukça şaşırdılar kadının bu hâline. Seni tanıyanlar; “O, bu dünyanın insanı değildi.” diyerek, çocuklarına, torunlarına senin ismini koyuyorlar. Günler günlere, aylar aylara, yıllar yıllara kavuştu sen gittikten sonra. Gözler yine seni arıyor. Ama çok güzel şeyler de oluyor Hacı Ağabey. Senin vesilenle Asya’nın steplerine atılan tohumlar boy verdi, fidan oldu. Mekânın Cennet olsun Hacı Ağabey! |
|
|