Öksüz bir ekonomik kriz

xxx78

Biz hiç değilse ekonomik krizlerimize sebep olanları tanıyoruz. 1980'lerde 'banker krizi' patladığında kurulan saadet zincirinin en başında kimlerin oturduğundan herkes haberdardı; kimi banker demir parmaklıklar arkasında hayli çile doldurdu o yüzden... 2000'li yılların başında bankalar çökmeye yüz tuttuğunda, bankalarının kasalarına kendi cepleri muamelesi yapanların kimler olduğunu hepimiz biliyorduk.

Zavallı Amerikalılar, politikacıların yüz milyarlarca doları batan veya batmakta olan bankalar ve sigorta şirketlerine vermek üzere yürüttükleri kavgayı seyrediyorlar, ama sonuçta faturasını kendilerinin ödeyeceği bu krize kimin veya kimlerin sebep olduğunu öğrenmekten mahrumlar...

Sanırsınız ki, anasız-babasız öksüz bir ekonomik kriz yaşanıyor... Oysa paranın söz konusu olduğu krizli her ortamda o parayı 'hüpleyen' birileri mutlaka vardır.

Durumun anlaşılmasını zorlaştıran, krize sebep olanların suçun kendi üstlerinde kalmasını imkânsız hale getirecek bütün tedbirleri almaları, ipin ucunun iyice kaybolması için bilerek isteyerek sorunu içinden çıkılmaz bir karmaşıklığa sokmalarıdır. Ne kadar izlerseniz izleyiniz, işleri bu noktaya getireni bir türlü bulamıyorsunuz.

İlk büyük ekonomik krizi bu, 'küreselleşme' denilen olgunun... ABD için gerçek bir dönüm noktası olmuş 1929 krizinden farklı olarak ABD sınırlarını zorlayan özellikleri var. Wall Street adıyla anılan para sihirbazlarının her zaman daha fazla kazanma iştahı bu krizde mutlak bir rol oynadı; ancak Wall Street artık sadece ABD'de değil ve para kokusunu en pahalı parfümden çok sevenler de yalnız Amerikan pasaportu taşımıyor. Daha da önemlisi, “Küreselleşme benim neyime; bankalarla, borsayla, mortgage'la, krediyle hiç ilişkim olmadı benim” diyenler de krizden paçayı kurtaramıyor.

Küreselleşme güzellemesi kitaplarıyla ünlü Thomas Friedman, önceki gün, New York Times'ta, politikacılar üzerine kurdukları baskıyla krizden çıkış paketinin reddedilmesini sağlayan ve “Hiç hisse senedim yok, Wall Street'teki gözü doymayan canavarların canı cehenneme” diyen sıradan Amerikalılara bunu anlatmaya çalışıyordu: “Senin şahsen hisse senedin olmasa da emeklilik fonun Lehman Brothers kâğıtlarını elinde tutuyor, yerel bankan mortgage zincirinin bir halkası, kentindeki havaalanın AIG tarafından sigortalanmış, belediyen yeni kanalizasyon sistemi için gerekli krediyi Wall Street'ten almış, arabanı satın aldığın galeri kredisini şimdi zor duruma düşen bankadan sağlamış olabilir. Büyük bir banka iflas edince komşunun işsiz kalması da cabası...”

ABD'yi manen çökerten maddi olarak da tüketen bir krizden Avrupa da darbe yiyor, daha da yiyecek. Düne kadar sarsılmaz sanılan bankacılık sisteminin devleri birer birer kapılarını kapatıyor ve batmaktan kurtulmak için siyasilerin ağızlarına bakıyor. Gelişmeden en az etkilenen ülkelerin başında ise Türkiye geliyor.

Neden?

İki sebepten: Türkiye henüz 'küreselleşme' dalgasının kollarına kendisini bütünüyle bırakmış bir ülke değil ve bu yüzden -sözgelimi- 'mortgage' türü sonuçta dolandırıcılığa da hizmet eden küresel enstrümanlarla henüz tam tanışmadı. Ayrıca, 2000'li yıllarda -yani erken- yaşadığı bankacılık krizi sebebiyle para piyasaları olağanüstü tedbirli. ABD'nin şimdilerde oluşturma çabasına girdiği, duruma devlet adına el koyarak tasarruf mevduatını sigortalama işlevini, Türkiye TMSF eliyle yıllardır sürdürüyor.

Hiç kuşkunuz olmasın: Kriz dalgası -er ya da geç, az ya da çok- bizim sahilleri de yalayacaktır. 'Küreselleşme' böyle bir şey çünkü.

700 milyar dolar, 1 trilyon dolar, başka bir hesapla 5 trilyon dolar... Son krizin muhtemel faturası bu ABD'ye... Bu kadar para birileri eliyle bir yerlerde kaybettirildi; Amerikalılar büyük ihtimalle o birilerinin 'kim' olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecek.

Bunun hesabını George W. Bush'a sormayı akıl edecekler mi bakalım?