Ülkemizin önemli sosyologlarından Prof. Şerif Mardin herhalde kendiliğinden gönüllü olmadığı bir yükün altında nicedir: Bir yıl önce bu zamanlarda Hürriyet'te yayımlanan röportajında kullandığı 'mahalle baskısı' deyimi ve Malezyalaşıyor muyuz? sorusuna verdiği Malezyalaşmıyoruz diyemem mesajıyla başlayan süreç kapatma davasına kadar dayandı.
Tartışma başlatan tespitleriyle aslında ne demek istediğini açıklama ve akademik hayatı boyunca sergilediği 'bilim adamı' kimliğine tam oturmayan yeni imajını üzerinden atma fırsatı geçti Prof. Mardin'in eline; ancak geçen hafta yapılan bir toplantıyla ele geçen o fırsat da, konuşmasından 'imam-öğretmen' tiplemeleri ön plana çıkartıldığı için, heba olacağa benziyor.
Grigory Petrov adlı Bulgar yazarın Cumhuriyet'in ilk dönem yöneticilerinin sevdiği, Atatürk'ün okunması için Harp Okulları'na tavsiye ettiği 'Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde adlı kitabından beri, kalkınma hamlesine 'imam-öğretmen ikilemi' üzerinden yaklaşıldığı bilinir. Türkçeye 1928 yılında çevrilen kitap Snelman adlı bir öğretmenin kişiliğinde Finlandiya'nın kalkınmasını anlatır. Petrov bir papazdır, ama gönlüyle öğretmen Snelman'ın yanında yer almaktadır.
Nemce Necefi ile Helen Hincley'in 'Kalk Borusu' adıyla Amerikan Bord Neşriyat tarafından Türkçeye kazandırılmış kitabı da, İran örneğinden hareketle 'imam-öğretmen' çelişkisi ekseninde kalkınma konusunu işlediği için, 1960'larda Türkiye'de eğitim çevrelerince el üstünde tutulmuştur.
Şerif Mardin'in son konuşması, Osmanlı döneminde cami, cami imamı, imamın sosyal çevresi ve okuduğu kitaplardan hareketle dinamik bir mahalle vardı ve Cumhuriyet'te imamın yerini alan öğretmenin inşayla görevlendirildiği yeni bir etki çevresi ortaya bir türlü çıkamadı tarzında yorumlandı. Prof. Mardin kabaca şunu demiş: Cumhuriyet'in öğretmeni Osmanlı'nın imamı karşısında yenildi.
Oysa Cumhuriyet yönetimi, Şerif Mardin'in tezinden bazılarının çıkardığı gibi, 'imam' ile 'öğretmeni' birbirini dışlayacak biçimde karşı karşıya koymamıştır; tam tersine, İmam-öğretmen kalkınma yolunda elele ideolojisi bile sayılabilir Cumhuriyet... Bugünün sorunu da bundan kaynaklanmıyor zaten.
Osmanlı-Cumhuriyet farklılaşmasını mahalle kültürü bağlamında değerlendirmeye giriştiğimizde çok daha temelli ayrışmaların yaşandığını görebiliriz. Şerif Mardin'in 'imam' sözcüğüyle ifade ettiği kişiyi 'mahalle camii imamı' olarak anladığımızda işin özünü kaçırmış oluruz. Belki kırsal kesimde, küçük yerleşim birimlerinde 'imam' onun öngördüğü işlevi görüyordu; ancak Osmanlı'nın büyük merkezlerinde ve başkent İstanbul'da çok farklı bir kültür hayatı yaşanıyordu. O kültür hayatının merkezinde de 'imam' değil 'âlim' ya da 'bilge kişi' diyebileceğimiz insanlar bulunuyordu. Bir görevi de 'imamlık' olabilen (ama illâ öyle olması gerekmeyen) bilge kişiler...
Bugünün Türkiye'sinin yaşadığı kültürel bunalım, 'kentli İslâm' diye ifade edilebilecek yaşantı tarzının ortadan çekilmesi yüzündendir. Kitapla, musikiyle, şiirle, tasavvufla iç içe bir hayattı kentli İslâm Osmanlı'da; bir zevk ve neşve kaynağıydı. Merkezinde yalnızca 'din' bulunmuyordu, ama dinin hemen her konuda varlığını hissettirdiği bir genel hava söz konusuydu. Bir incelik, bir zarafet, bir nezaket tarzı üretiyordu kent mahalleleri...
Cumhuriyet farklı tercihlerde bulundu; büyük kentlere özgü kültürün yurt sathına yayılması zahmetine (ve bunun getireceği 'tehlikelere') katlanmaktansa, Anadolu'daki hayatın büyük kentlere hâkim olması sonucunu doğuracağı baştan belli olan bir kalkınma modeli tercihiydi bu. Köyde sadece o yöredeki insanlar gördüğü için mimarisi fazla önem taşımayan derme çatma camilerin kentlere taşınması ve göz tırmalayıcı dinî mimari örneklerinin 'Selâtîn' camilerin burunları dibine inşa edilmesi bu tercihin sonucudur.
Cumhuriyet ideolojisi 'imam-öğretmen' ortak eksenli tercihinde başarılı olmuştur; bugünün Türkiye'sinde 'imam' ve 'öğretmen' ikiliği de yoktur, mücadelesi de... Değişik yasaklarla eli kolu bağlanmış kent kültürü yenilmiş ve orta yerden çekilmiştir. İbadethanenin eksen teşkil ettiği mahalle de, yerini, değişik çıkar gruplarının örgütlendiği sosyal kulüpçülüğe bırakmıştır.
Bu durumda, Şerif Mardin'in bir yıl önce tartışmaya açtığı 'mahalle baskısı' ile ilgili değerlendirmeler daha da büyük önem taşıyor.