ABD Başkanı Obama'nın 24Nisan'da yapacağı konuşma merakla bekleniyordu. Merakın sebebi de Başkan'ın konuşmasında "soykırım" deyip demeyeceğiydi. Başbakan Erdoğan'da günler öncesinden Obama'nın Türkiye'nin hassasiyetini bildiğini, konuşmasında buna dikkat edeceğini beklediğini söylemişti. Başkan Obama'nın konuşmasında ne söyleyeceği merakla (!) beklenirken Ermenistan'dan protokollerin askıya alındığı yönünde bir açıklama geldi. Ermenistan'ın böyle bir adım atmasının aslında şaşıracak bir yanı yoktu. Çünkü işin başından beri imzalanmış bu protokolleri askıya almak ya da tamamen kurtulmak için bahane aradığı anlaşılıyordu. Protokollerin imzalanmasının ardından Ermenistan tarafından yapılan açıklamalarda "Metinde Ermenistan'ın Karabağ'dan çekilmesine dair bir maddenin bulunmadığı" belirtiliyordu. İmzalanan protokolde böyle bir madde yoktu ama görüşmeler boyunca Türk tarafı Ermenistan'ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından kısmen de olsa çekilmemesi durumunda protokolleri Meclis'in onayına sunmayacağını ve sınır kapısını açmayacağını ısrarla belirtmişti. Yani iki ülke arasındaki ilişkilerin normale dönmesi, sınır kapısının açılabilmesi Azerbaycan'ın beklentilerine cevap verilmesine bağlanmıştı. İmzalanan protokollerde böyle bir madde yoktu ama sözlü bir mutabakat vardı. En azından dışa yansıyan bilgiler bu istikamette idi. Hatta, gerek Başbakan Erdoğan gerek Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu hususa ısrarla vurgu yapıyorlardı.
Ermenistan'ın protokolleri askıya aldığını açıklaması karşısında Türkiye'nin tavrı nedense, "Siz askıya alsanız da biz barış için çalışmaya devam edeceğiz" şeklinde oldu. İyi de iki ülke arasında bir sorun varsa bu sorunu çözüme kavuşturmanın tek sorumlusu Türkiye midir? Tek taraflı adımlar ve çabalarla diyalogun sürdürülmesi ve sonuç alınması mümkün olabilir mi? Ermenistan sürekli olarak uzlaşmaz bir tavır sergiler, diaspora çeşitli ülkelerde Türkiye'yi suçlamasını sürdürüp mahkum ettirme gayretinden hiç vazgeçmemişse bizim hâlâ alttan almamızın anlamı olabilir mi?
Bu gelişmelerin hemen ardından ABD Başkanı Obama'nın 24 Nisan konuşmasında Ermenistan'ı destekler bir üslup sergilemesi "soykırım" lafını etmeden ama aynı kapıya çıkabilecek kelimelerle değerlendirmesi aslında Türkiye'den "Bildiğiniz gibi davranın. Bu şartlarda sizin Meclislerinizin ve Kongrelerinizin alacağı karar bizi hiç ilgilendirmiyor" tavrı ile karşılık bulmalıydı diye düşünüyorum. "Bekara karı boşamak kolaydır, sorumluk mevkiinde olsanız sizde benzer sakin tavrı sergilerseniz" denebilir. Ancak, Başbakan Erdoğan'ın da iç ve dış olaylar konusunda çoğu zaman serinkanlı davranmadığı, davranamadığını biliyoruz.
Elbette iktidarın nasıl davranacağını biz belirleyecek değiliz. Ancak, biz Ermenistan'a mecbur muyuz? Suçlu gibi davranıp hep biz alttan alacağız? Ermenistan'a ve Parlamentoları'nda Türkiye'yi suçlayıcı karar alan ülkelere karşı, "Kararlarınız bizi hiç ilgilendirmiyor. Sizi kendi yanlışınızla baş başa bırakıyoruz" dersek ne olur? Dünya başımıza mı yıkılır? Bu konuda dünyanın karşısına hep suçlu çocuk psikolojisiyle çıkmaktan millet olarak usanmadık mı? İyi niyetli davranış ve tekliflerimiz muhataplarımızdan karşılık bulmuyor. Kaldı ki karşımızdakiler sürekli olarak bizi zorluyor, öteliyor, kendilerine göre mahkum ediyorlar. Bizim bunun karşısında alttan alışımız karşımızdakileri cesaretlendiriyor, arsızlıkları, istekleri bitmiyor. Türkiye'nin 'gelin arşivleri açın 1915 olayları arşivlerdeki bilgi ve belgeler ışığında değerlendirilsin, bu tartışmalarda sona ersin' çağrılarına ne Ermenistan yaklaşıyor ne de sözde soykırım iddialarının peşine düşmüş olan Batılı ülkeler bu konuda Türkiye'ye destek veriyorlar. O zaman artık bizim tek başımıza iyi niyetle barış arayışlarımızın sonuç vermeyeceğini görmek, karşı harekete geçmemiz gerekiyor. Bunun yolu da karşı adımlarla misliyle karşılık vermekten geçer.