Geçen haftalarda bu sütunda Burkina Faso’da ağaçta yetişen pamuğu tanıtmıştım. Daha önce de baobab ağacını... Meğer bilmediğimiz birçok ilahi nimeti tanımak varmış burada. Bu makaleyi okuyan birçok kardeşim, konuyla ilgili duygu ve düşüncelerini bildirdi. Hatta pamuk ağacının tohumundan Türkiye’de denemek isteyenler bile oldu. Daha sonra da içindeki çekirdeğin önceleri yenildiğini öğrendim...
Daha önce uzaktan gördüğüm ve varlığını duyduğum üzüm ağacının altında defalarca durdum ve tadına baktım. Burada bizimkinin tam olarak aynısı olmasa da ağaçta yetişen üzümü var. Tadı daha az, suyu da çok değil. Ancak bana göre kendi içinde aşılama ve bazı işlemler yapılarak daha verimli hale getirilebilir. Yani bu ürünün neslini tüketmeden geliştirilmesi mümkün... Şimdi sadece mevsiminde yenilerek tüketilen bu nimet, pekmez ve sirke gibi daha uzun süreli gıdalarda kullanılabilir. Tel eksik şey var. O da buna kafa yoracak ve bunu geliştirmeyi kendisine vazife bilecek elemanlar. İster ziraat mühendisi olsun, isterse alaylı bir gönüllü.
***
İstanbul'da yaşayanlar veya orada bir süre bulunanlar DEMİR HİNDİ şerbeti içmiştir. Ben hiç içmemiştim. Öyle bir ortama rastlamadım bu güne kadar. Bu şerbeti içenler veya sevenler de adının nereden geldiğini veya içindeki meyveyi ve karışımın muhteviyatını merak etmemiş olabilirler. Bu meyvenin asıl adı TEMR HİNDİ yani Hindistan Hurması... Biraz keçiboynuzuna benzer... Dışındaki ince kabuğu açtığımızda koyu vişne renginde ve ekşi bir jel bölüm çıkar. En içinde de çekirdeği gizlenmiş... Bu jeli suda eriterek ve tatlandırarak kullanmak mümkün...
Demir hindi şerbetinin tarifi de nereden çıktı diyeceksin?
Temr Hindi kelimesi bize demir hindi olarak geçmiş. Burkina’ya ise Tamarin diye geçmiş. Burada ormanlarda bolca tamarin ağaçları vardır. O bölgelerde yaşayan köylü kadınların en büyük gelir kaynağı ormandan bunları toplayıp yol kenarlarında satmaktır. Köylüler “bu bizim limonumuz” diye tanıtıyorlar. Bunu burada evlerde yapılan yerel birçok içeceğin içinde kullanırlar.
Geçen günlerde altında 300 koyunun yatacağı büyükçe bir tamarin ağacının gölgesinde oturdum. Böylece tamarin ağacını da yakından gördüm.
Ancak mevsimi bittiği için yol kenarlarında azaldı. (Gelir de bulamazsanız diye bunu söylüyorum..)
***
Bugünlerde Kareta isimli yeni bir meyve çıkmak üzere... (Kerata değil, karetta kaplumbağasından da bahsetmiyoruz) Yine Afrika’nın yeterince değerlendirilmeyen bir hazinesi var önümüzde... Bizdeki meşe ağacına benzeyen bir ağacı var. Yenidünyaya benzeyen de meyvesi var. Olgunlaşınca tadı çıkar. Dün biraz yumuşasa da tam olgunlaşmamış birinin tadına baktım da saatlerce ağzımda tadını hissettim. Olgunlaşınca Trabzon hurması gibi bir tadı olur. Ama asıl onu değerli kılan meyvesi değildir. İçindeki çekirdekleri, çok daha önemli ve kıymetlidir. Yenidünya meyvesinin çekirdekleri gibi olan bölümden yağ çıkarılır. Bunu yemeklerde de kullanırlar. Soğuyunca margarin gibi donar. Kozmetik sanayii de çok kıymetlidir. Shea yağı olarak da bilinir. Yerel halk bunu güneş koruyucu, ağrı kesici, cilt yumuşatıcı gibi birçok amaçla kullanır. Buraya ziyarete gelen misafirlerin dönüşte mutlaka aldığı bir üründür.
Burada Burkina incirinin yetiştiğini duydum. Ağacını da gördüm. Büyük bir ceviz ağacına benziyordu. Sene de üç defa ürün verdiğini söylediler. Ama daha tadına bakmadım. Bakarsam onu da söylerim. Senede birden fazla ürün veren bir ağaç, nasıl olur da ülkeye bir katma değer sağlayamaz? İşte alışılmış çaresizliğin ilginç bir örneği...
Allah buraya da elbette birçok nimetini vermiş. Ancak bu nimetler sadece orada bulunan insanlar tarafından yenilebiliyor. Bir de yol üzerindeki köylüler yol kenarlarında pazarlıyor. Bunun dışında geliştirilmesi ve endüstriyel anlamda kullanılması konusunda öncülük eden yok. Ğağa isimli bizdeki alıca benzeyen bir meyveden sirke denedim. O da olmadı. Muhtemelen ben beceremedim. Yerli arkadaşlara deneyeceğimi söylediğimde buna inanamadı ve çok garipsemişlerdi. O olmayınca diğerlerini de denemedim.
Size ağaçlardan akan balı anlatmadım değil mi?
Onu da başka bir yazıda anlatayım inşallah...