“Bir O baktı, bir de on milyon defa berikiler
Odaha iyi gördü.
Bir O dedi, bir de on milyon defa ötekiler
Odaha berraktı.
Bir O yürüdü, bir de on milyon fatih
Odaha ötelere uzandı.
Bir O düşündü, bir de on milyon defa kalemler
Odaha erken ulaştı.
Bir O doğdu, bir de on milyon defa güneşler
O daha aydınlıktı.
Bir O yaşadı, bir de on milyon defa sultanlar
Odaha ömürlü idi.
Bir O vardı, bir de kâinat
O daha ağırdı.
Ve, O ağırlığı bize armağan etti!”
…
Yukarıdaki cümleler kıymetli yazar Gürbüz Azak’a ait…
Usta işi yani…
Evrenlerin iftiharı güzeller güzeli Efendimizi (s.a.v) anlatıyor…
Ne anlatım ama…
Bu cümleler yirmi yıl evvel yazıldı, ama benim zihnimde taptaze…
Dupduru…
Yüreğime kazındı…
…
Ne zaman Fahr-i Kainat Efendimizi hatırlasam ilkin Dr. Haluk Nurbaki hazretlerinin gözü yaşlı fotoğrafı düşer aklıma…
Ve titreyen sesi…
Bir başka hâle gelişi… Kendinden geçişi…
Peygamber aşığı olmanın nasıl olması gerektiğini O’nda görmüştüm… Onun ismi gönle düşünce gördüğüm ilk ağlayan kişiydi…
Sonra Haluk Nurbaki hocanın ‘Gönül Penceresinden FAHR-İ KÂİNAT EFENDİMİZ’ kitabı ile ‘Gönüllerde Sema’ kitapları geldi…
Nurbaki hocanın gönül hazzı ve aşkın gözyaşları bu satırlara da sinmişti…
Görür gibi anlatıyordu…
Ne diyordum? Ne zaman Efendimizi hatırlarsam Nurbaki hocanın bu tablosu canlanır zihnimde…
…
Bir de yukarıdaki satırlar…
Bazen kendi kendime; ‘Bir O baktı, bir de on milyon defa berikiler’ derim… Yanımda bulunan biri varsa o halim sırasında sorar.
O kim, berikiler kim? Neden bahsediyorsun sen?
Gülümser geçerim çoğunlukla… Gönlümde çiçekler açar! Bahara ererim. Konuşmak yerine bu hazzı uzun tutmaya çalışırım yüreğimde…
Neş’emi paylaşabilecek birisi ise bu kişi, benimle ağlayabilecekse, kalp atışlarıma kendi kalp atışlarıyla cevap verebilecekse anlatırım…
Cüret mi bu? Aslında evet.
Ama ben kendi cümlelerimi kuramam… Mecalim olmaz buna…
Yine hocam Haluk Nurbaki’nin cümlelerine sığınırım. Yukarıya aldığım Gürbüz Azak’ın cümleleri gibi Nurbaki hocanın ‘Gönül Penceresinden Fahr-i Kainat Efendimiz’ kitabının önsözünde yer alan şu cümleleri gelir aklıma:
“Yaratılanların en yücesi, en şereflisi; insanlığı ölüm uykusundan uyandıran ilahi sevda; kâinatın gözbebeği, Fahr-i Ebedisi, cânımız, sırrımız, nurumuz, Yüce Efendimiz.
Seni anlatmaya cür’et ettiğim için beni affet. Sen ki, ilâhi san’atın maverasında sonsuz güzelliğin sırrısın.
Sen olmasaydın evren hamd niyazını bilmeyecekti, sonsuz güzellikler ve aşk yaşanmayacaktı. Yine sen olmasaydın güzeller güzeli insan, tarihin karanlıklarında bitmiş, tükenmiş olacaktı.
Seni anlatamayacağımı bile bile, seni sevenlerin gönül beklentilerine niyaz olsun diye yola çıktım. Sen gönüllerin sırrısın, lütfedersen gönülden gönüle bu satırların ötesinden nurun akseder.
Allah gönüllerimizi Fahr-i Kâinat Efendimizin benzersiz nuru ile aydınlatsın, kendi sırrı ile onu tanımamızı nasip etsin.”
…
Evet Haluk Nurbaki hazretleri böyle söylüyor…
Onu anlatmak için önce anlamak gerek…
Hissetmek gerek… Onun aşk kazanında pişmek gerek. Aşka bulanmak gerek. Aşkın kendisi olmak gerek.
Gürbüz Azak gibi geniş bir pencereden bakabilmek gerek. O ufka ulaşmak gerek…
…
Bir süredir Doç. Dr. Ekrem Demirli’nin ‘Riyâz’u’s Sâlihîn’ derslerine katılıyorum Cuma geceleri…
Bugünde Cuma…
Ve sanırım sevdam depreşti…
Son bir cümle; yukarıda alıntıladığım paragrafları sizde bir yere not edin.
İhtiyacınız olacak!
HABER NAME/ 20.01.2011/ canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolat