Habbeyi kubbe yapmak,Said Nursi vefat ettiğinden bu yana Nurculuk hareketinin maalesef temel zaafı olmuştur. Evvela Risale-i Nuru ve Said Nursi’yi olağan üstüleştirerek abartmışlardır. Elbette ki ne Risale-i Nur ne de Said Nursi yabana atılamayacak kadar ehemmeiyetlidir lakin nihayetinde Said Nursi de bir fikir öncüsü ve Risale-i Nur yine onun tarafından telif edilmiş bir külliyattı.Ancak nurculuk Said Nursi’nin kulağına bu felaket ve helaket asrında Risalei-i Nur’un gaybdan birileri tarafından üflendiği vurguladı. İnsanları okumaya ve yazmaya teşvik etmek için muvakkaten motivasyon yollarına başvurulması belki anlaşılabilirdi lakin bu giderek hakikate hamledildi. Hatta Ömer Nasuhi Bilmene nispet edilerek “Said Nursi’nin kulağına gaybdan manalar üfleniyor onun için eserleri rağbet görüyor” dediği rivayet ettirilerek her nurcuda Risale-i Nur ile ilgili olağan üstü bir kanaat oluşturuldu.
Tabii eser ve müellif üzerinden yapılan bu abartma psikolojisi özellikle üstad vefat ettikten sonra bir fitne unsuru olarak devam etti. Öyle ki hayatı boyunca ümmetin vahdeti ve müslümanların kardeşliği için çalışan Said Nursi’nin bugün,eserlerini okuyan ve kendisini nurcu olarak tanımlayan irili ufaklı 40 farklı cemaat gurubundan bahsedebilmek mümkündür. Tabii bu ayrılıklar ihtilaf bir realitedir denemeyecek kadar derin olduğunuda bilmek lazım.
Zübeyr Gündüzalp ile Hüsrev Altınbaşak arasında 1960’ li yıllardaki ayrılıgın ismine, ihtilaf değil tefrika diyebileceğimiz keyfiyettedir.Düşünün ki daha düne kadar tüm eziyetlere ve zorluklara rağmen Risale-i Nur yazanlar ve okuyanlar, bu konuda her türlü eziyete ve işkenceye maruz kalanlar birbirlerini “hain” ilan ederek yüzlerce defa okudukları Uhuvvet Risalesine adeta ihanet ederek Said Nursi’nin kemiklerini yattığı o meçhul kabirde sızlatıyorlardı.
Said Nursi’nin talebelerinden Hüsrev Altınbaşak ile Zübeyr Gündüzalp arasındaki tefrika öyle basit bir fikir ayrılığı değil husumeti bugünlere kadar uzanan derin bir fitnedir. Hüsrev Altınbaşak,Risale-i Nur’un matbaada Latin harfleriyle neşredilmesine şiddetle karşı çıkan ve bu görüşü destekleyen Zubeyr Gündüzalpi hain olmakla itham ederek yollarını ayırmış ve “Hayrat Vakfı” ni kurmuştu.DolayısıylaYazıcılar ile Okuycular arasındaki tefrika o dönemlerde başlamıştı.Bunlar herhangi bir Nurcu değil üstadın bizzat talebeleriydi.
Oysa Said Nursi değilmiydi Osmanlı döneminde kimsenin “meşrutiyetin” dahi adını anamadığı bir dönemde meşrutiyeti ve kimsenin Cumhuriyetin adını dahi telafuz edemediği dönemlerde Cumhuriyeti şiddetle savunarak çağının klasik ulemasından çok yukarılarda bir ufka ve bakış açısına sahip olan..Şimdi onun dizinin dibindeki talebeleri Risale-i Nur Osmanlıca mı Latince mi basılsın gibi bir mevzudan dolayı birbirlerine düşmüşlerdi.
Öyle anlaşılıyor ki Said Nursi vefat ettikten sonra onun misyonuda bitmişti. Zira o yenilikçi ve çağın en az bir asır önünde düşünen lakin talebeleri onu sadece taklid eden ve yenilenmeye açık olmayan kimselerdi.Bir mücevher ne kadar değerli olursa olsun onun taklidi asla onun gibi değerli olamazdı.
Sorun sadece Hüsrev Altınbaşakta değildi. Mesele 1970’li yıllarda sadeleştirme mevzusuna gelince o meseleyede bu sefer, Okuyucu olarak bilinen Nurcular karşı çıkmışlardı. Oysa ki Osmanlıca harflerle değil Latin harfleriyle külliyatın neşredilmesindeki gaye onun anlaşılması ve okunabilmesiydi. O halde niçin sadeleştirilmesine niçin karşı çıkıyordu? Belli ki Risale-i Nur’un herkes tarafından ele alınıp okunması ve abilik hiyerarşinin kırılması istenmiyordu.Zira Nurculuk hareketi gittikçe Katoliklik hiyerarşine dönüşüyordu.(İtikadi değil hiyerarşi)
Tabii ki bu hiyerarşik benzeme beraberinde uygulama benzerliğini getiriyordu.Katoliklerin diğer Hristiyanları tarihte afaroz ettiği gibi Nurcularda birbirlerini afaroz etmeye başlayacaklardı.
Hüsrev Altınbaşakla başlayan Okuyucular arasındaki tefrika Zubeyr Gündüzalpten sonrada devam edecektir.Önceleri beraber hareket eden Mehmet Fırıncı,Mehmet Birinci ve Mehmet Kutlular daha sonra yollarını ayıracak ve Mehmet Kutlular daha önce Nurcular tarafından kurulan İhlas,Zülfikar ve Uhuvvet gazetelerinin devamı olan Yeni Asya gazetesini kuracaktı. Lakin Demirele yakınlıkları ve siyasi duruşlarından dolayı Mehmet Kutlular diğer Nurcular tarafından adeta aforoz edilecekti. Yeni Asya gurubu Demirele haddinden fazla paye verecekler ve Said Nursi’nin kendisine işaret ettiğine cemaatini inandıracaktı. Yeni Asya camiasının gözünde Demirel beklenen ve Said Nursi’nin risalelerinde işaret ettiği kişiydi.
Üstadın talebelerinden biri önceleri beraber olduğu Mehmet Kutlulardan o kadar uzaklaşmış olacak ki benimde bulunduğum 1995 yıllarında Kutlular’ın kızı o malum nedenden dolayı vefat ettiğinde evinizi medreseye çevirmezseniz olacağı bu demislerdi.Bir zamanlar beraber yürüyen insanların birbirine bu kadar uzaklaşması ve adeta nurculuklarını sorgulaması çok manidardır.
Sıddık Dursun liderliğindeki grup ise Risale-i Nur’un tahrif edildiğine ve bazı kısımlarının çıkarıldığını iddia eden bir grup. Dolayısıyla Yeni Asya grubuna ve Okuyuculara özellikle Kürtlükle ilgili kısımların ve yine başka bölümlerin çıkarıldığını ifade ettiği için önceden beri ayrı devam eden bir cemaati var.Sıddık Dursun’un Vakfı’nın adı Med Zehra vakfı olup diğer Nurcular tarafından kürtçü bir damarı temsil ettiğine inanıldığı için çok yakın durulmayan bir Nur camiası.. Yine İzzeddin Yıldırım tarafından kurulan Zehra Vakfı daha ayrı bir telden çalan Nur Camiasıdır. Bu ikisi biribirinden farklıdır.Bunun dışında Urfa merkezli Abdülkadir Badıllı grubuna ait bir Nur hareketide mevcuttur lakin burada gruplarin daha fazla detaylarına girmeyeceğim.
80 İhtilalinde Kenan Evreni desteklediği için birçok Nurcu’nun sert eleştirilerine muhatap olan bir başka Nurcu lider ise Mehmet Kırkıncıdır. Dün ihtilal sonrasında mahkemelerde yargılanan Said Nursi’nin şimdi talebeleri ihtilal sonrasında aynı konseyde olabiliyorlardı. Hemde Kenan Evren gibi bir zatla.
Fethullah Gülen ise klasik Nurcularca kendilerinden kabul edilmeyen bir zattır. Yani Gülen hareketini asla beğenmemişler ve kendilerinden kabul etmemişlerdir. Gülen hareketini Yazıcılar daha sert bir üslupla eleştirirken Okuyucu gruptan Mehmet Fırıncı,Abdullah Yeğin gibi kişiler kendilerine daha yakın bulurlar. Zira onlarla bir dönem beraber olmuş ve hatta derslerden sonra kendisine tılaveti güzel olduğu için Kur’an okuturlarmış.Daha sonra vaazlarıyla etrafında insanlar çoğalmaya başlayınca o da bir şekilde Nurcular tarafından pasifize edilmeye çalışılır. Lakin o bağımsız bir hareket olarak devam etmeye başlar. Lakin başta Yazıcılar ve Yeni Asya grubu tarafından asla bir Nur hareketi olarak kabul edilmemişlerdir.17 Aralık sürecinden once Okuyucular; risalelere sempatisi olan Fethullah kardeşimizin hareketi nazarıyla bakmışlardır.Fethullah Gülen hareketinde ise her zaman doğruyu konuşmak lazım, diğer Nurcular aleyhine herhangi hiç bir söze hiç şahit olmadığımı itiraf etmeliyim.Lakin onlarında diğer İslami yapılarla yıldızı asla barışmamıştır.Hatta o barışık olmama durumu o hareketin güçlenmesinde ve büyümesinde rol oynamıştır.
Velhasıl kelam birbirine bu kadar acımasız ve haşin olan ve en basit gerekçelerle Nurculuklarını sorgulayan ve afaroz eden bu Nurcu grupların bugünlerde Kur’ana hizmetiyle yüzbinlerin sempatisini almış müslüman aydınlarla ilgili karalama kampanyası başlatmaları Nurculuk tarihinde görülmemiş bir durum değildir.Uhuvvet risalesini yüzlerce defa okumak ve hatta ezberlemek dışında başka bir yolu olmalı uhuvveti teessüs etmenin. O ise vahiyle inşa olmaktır.