Bu “fakirin” yazılarını takip edip okuyan, zaman zaman da yazılar üzerine beni arayan dostlarım;
-“Neden” diyorlar,
-“Yazılarında isim kullanmıyorsun? Bazen kimin için yazdığın belli olmuyor?”…
*
Ben de diyorum ki;
Her, “kalem” aynı değildir…
“Rengi” farklıdır mesela…
“Tonu”…
“Tınısı”…
“Sesi”…
“Yankısı”…
“Değeri”…
“Darası”…
“Aynı” değildir!…
Kimi “düşürür”, “kan-ter içinde belki zor kalkarsın”!...
Kimi “düşündürür”, “40 yıl da geçse anlamazsın”!...
*
Ben, “İşini bilmeyen çavuşlar, döner ‘ayağını’(!) avuçlar!” derim mesela..
Sen, “Acaba çavuş diye kime dedi?” diye etrafına bakınırken, o anda “bir değil, bin çavuş” görürsün!..
Bir diğer “kalem” de kalkar, “pat diye ‘ayağını avuçlayan’ çavuşun adını veriverir!”…
Yani, “kalemler”…
Yani, “kalemleri tutan eller” “aynı” olmaz!…
“Aynı” olması da beklenemez!…
*
Daha açık mı?...
“Şair Eşref”’in yazılarındaki “kişileri” merak eden dostlarına verdiği “muhteşem” “cevabı”, benim “cevabımdır”!…
*
“Ceple-cepken” arasındaki “kıldan ince, kılıçtan keskin köprüden” “düşmeden” geçen, “Hiciv” sanatının devi”, devrinin “mağruru”, “söz” ve “kalem” üstadıdır o!...
*
Bir gün dostları sorar:
-“Neden” derler,
-“O zehirli taşlamalarında çoğu kez isim kullanmıyorsun? Kimin için yazıldıkları belli değil?...”
Her zaman olduğu gibi Eşref’de cevapların en “okkalısı” ve en “manidarı” hazırdır:
-“Neden olacak” der,
-“Bütün alçaklara uygulanıp, numarasız gözlük gibi kullanılsın diye isim kullanmıyorum!...”
*
Şimdi, bilmem anlatabildim mi?!...