Bu günlerde Nouman Ali Khan dinliyorum. Nouman Ali Pakistan'lı bir İslam alimi. Bir Arapça öğretmeni. Pakistan'lı fakat Almanya'da doğmuş Amerika'da yaşıyor. Konuşmalarını ingilizce yapıyor.
“Benim İslam'a uzaklaşmam ve yakınlaşmam Efendimizin (SAV) bir hadisini tecrübe etmemle sabittir. Kişinin dini arkadaşının dini gibidir. Kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin. Üniversitenin ilk yıllarında dahi İslam'dan uzaktım. Bir gün Müslüman Öğrenciler Kulübü broşürü asan bir genç öğrenciyle tanıştım. Birden şöyle düşündüm. “Harika! Bu adamlar en iyi partileri düzenliyorlardır.” Çünkü bütün ülkelerin müslümanlarını topluyorlar. Hemen o öğrenciye sordum.
-Parti düzenliyor musunuz?
-Evet, evet! Biz tabi ki parti düzenliyoruz!
(Nouman Ali Khan bu hadiseyi hatırlayıp anlatırken röportajı yapan kişinin ciddi yüz ifadesini korumasına rağmen, gülmekten kendini alamıyor.)
Oraya bir partiye gideceğimi düşünerek gittim. Ama bir tefsir dersiydi. Bana çok iyi davrandılar. Hâlâ çok net o dersten hatırladığım tek şey bana çok iyi davranmalarıydı. Benimle ilgilendiler. Sıklıkla arabayla beni derslerden sonra evime bıraktılar. Hâlâ namaz kılmıyordum. Ama bir gün ben ve bu kulüpten bir arkadaş arabadayken sanırım namaz vakti geçmek üzereydi ve arabayı yolun kenarına çekti ve namaz kılmaya başladı. Ben de kendimi kötü hissettim ve onunla birlikte ilk namazımı kıldım.”
“Hangi namazın kaç rekat olduğunu dahi bilmiyordum. Misal olarak akşam namazının farzının 3 rekat olduğunu daha yeni öğrenmiştim. Hangi sureleri okuyacağımı da bilmiyordum. Hepsini baştan öğrendim. Allah benim hidayetimde üniversite arkadaşlarımı vesile kıldı.”
“Bu tecrübeler hiç kimsenin ümitsiz durumda olmayacağını bana öğretti. Bugün öğrencilerime şunu söylüyorum: Üniversite mescidinde namazınızı kılıp çıktığınızda beni görseydiniz 'Estagfirullah El-Azim' derdiniz. Ben o gençlerdendim. Yalnız mescidden çıkan o genç, beni, içimde iyilik barındıran bir insan olarak gördü. Bu arkadaşlar bana hiç tebliğ yapmadılar. Namaz kılmam gerektiğini hiç söylemediler. Ya da kendilerini anlatmadılar. Mesela ilk tanıştığım genç hafızdı ve ben bunu çok sonra öğrendim.”
“Artık her sabah okula giderken New York metrosunda Yusuf Ali'nin Kur'an mealini okuyordum. Ama çok zorlandım. Shakespeare İngilizcesiydi ve çok zor kelimeler vardı. Kur'an meali zaten başlı başına çok zor bir şeydi ve ben bunu dahi bilmiyordum. Konular değişiyor, cümleler bitiyor, Allah belli şeyler üzerine yemin ediyor, “ve” ile başlayan cümleler okuyorum. Bütün bu sorular kafamda oluştu. Tercümeyi okuyunca anlamam gerektiğini düşünürken bilakis kafam daha da karıştı ve Kur'an'ı anlamak için ders arayışına girdim. Ne yazık ki etraftaki derslerin çoğu konu ve tema odaklı derslerdi. Kur'an'ı ayet ayet çalışabileceğim bir ders bulmakta zorlandım. Sonra elhamdulillah evime yakın bir camide tefsir dersleri başladığını öğrendim. Dersler Urducaydı. Elhamdülillah benim de biraz Urducam vardı. Aylardan Ramazandı ve her teravih sonrasında Kur'an dersi alıyordum. Hoca ayet ayet çeviri ve her ayetin şerhini yapıyordu. Muhtasar yani kısa tefsir dersimiz her akşam teravihden sonra dört saat sürüyordu. Aklım uçmuştu. Kur'an'ı ilk defa duyuyor gibiydim.”
“Derslerimiz bitti ve hocamızın yanına gittim. 'Ben sizin yaptığınız şeyi yapmak istiyorum, ne yapmam gerekiyor' dedim. Bana Arapça öğrenmem gerektiğini söyledi. New York'ta yaşıyordum. Tam zamanlı çalışıyor ve okuyordum. Maddi olarak kısıtlı imkanlarım vardı. Arapça'yı nasıl öğrenecektim? 'Haftaya Nahiv dersine başlıyoruz. Benim derslerime gel' dedi.”
“3 haftalık sarf ve nahiv dersi aldım. Her yeni dersle Kur'an sanki bana kendisini açıyordu. Dördüncü dersimizde Muzaaf ve Muzaafun ileyhi öğrendim. Namaz kılarken Fatiha'da ilk muzaaf ve muzaafun ileyhleri bulduğumdaki heyecanı hâlâ hatırlıyorum. Rabbül alemin, yevmiddin... Namazda bir hafta boyunca muzaaf ve muzaafun ileyhleri bulmaya çalıştım. Bu benim Kur'an'la olan yolculuğumun başlangıcıydı.”
Arapça öğrenirken kendimi ve sınırları çok zorladım
“İlk başlarda yalnızca Kur'an'ı yüzünden anlamak için Arapça öğrenmek istiyordum. Bir süre sonra bu dereceye ulaştım. Ama Kur'an hakkında yazılan en kıymetli kaynaklar Arapça yazılmıştı. 2003'te kendimi bir derece daha zorlamak istedim. Kenzül Kuran isimli bir dersi internetten dinlemeye başladım. Tarık Süveydan'ın verdiği 8 saatlik bir dersti. Dinledim ama dediğinin çoğunu anlamamıştım. Ama duyduklarımı yazıyordum. Her dinlediğim cümleyi durup yazdım. Böylelikle Arapça yazmayı öğrenmiş oldum. Sonra her kelimeye sözlükten bakmaya başladım. Çevirmeye başlayınca heyecanım arttı. Kur'an üzerine yazılan Arapça kaynaklara ulaşmam gerektiğine inancım arttı. Arapça'nın daha da üzerine düştüm.”
“2005'te Beyyine Enstitüsü'nü kurdum. Bu enstitünün hedefleri var. Gençlerin İslami eğitim alırken yaşadıkları zorluklara aşinayım. New York'ta Arapça öğrenmek zorunda kaldım. Arap ülkelerine seyahat etme imkanım yoktu. Hangi kaynaklar benim için daha faydalı, hangileri daha ikinci planda, bunları bilmiyordum. Allah yolumu açtı ve farklı yollarla öğrenmemi sağladı. Ben İslami eğitime bir öğretmen ve hoca perspektifinden değil, yolunu bulmakta zorlanan bir öğrenci perspektifinden yaklaşıyorum.”
“Yeni bir jenerasyon geliyor. Ne yazık ki bu jenerasyon Kur'an ile anne ve babalarından daha az temas kurdular. Hatta yeni neslin bir kısmı tamamen temassız. Aynı benim gençliğimde olduğum gibi. Bugün İslam ümmetinin yüzde 75'i otuzbeş yaşın altında. Bu da gençliğin ümmetin yalnızca bir parçası değil, birebir kendisi olduğunu gösteriyor. Bu gençler özünde iyi çocuklar ama kendilerine bir şans verilmedi. Bu çocuklara kendilerini oluşturabilecekleri bir ortam verilmedi. Biz bu gençlere karşı sorumluluğumuzu yerine getirirsek ve bu ortamı sağlarsak Allah yollarını açacaktır.”,