Nor-mal-leş-me

xxxx123
Ve bu da oldu...
 
Türkiye tarihinde bir ilk olarak, Genelkurmay eski Başkanı, çete oluşturma ve darbeye teşebbüs suçlamasıyla savcı karşısında 6.5, hakim karşısında 1.5 saat ifade verdikten sonra tutuklandı.
Başbuğ, "Bir Genelkurmay Başkanı olarak çete kurmakla suçlanmak bana yapılan en büyük cezadır. Bu onuruma dokunuyor" şeklinde tepki gösterdi.
Bu tepkiyi anlamak mümkün. Başbuğ'dan öte genelde askeri cenahta şaşkınlık, öfke, burukluk gibi pek çok negatif duygu gelişebilir. Bunu bir süredir, başka yüksek rütbeli subayların tutuklanması ile de gözlüyoruz.
Doğrusu, Genelkurmay Başkanlığı'nın hemen ardından cezaevine gitmek, yeterince yıpratıcı, yeterince onur kırıcıdır. Evet, suç henüz sabit görülmemiştir. Yargılama sürecek ve yargı kararı sonucu belirleyecektir.
Ama bir sınır aşılmıştır.

Suç misyon haline gelince

Askeri cenahın "misyon" diye tanımladığı şeyin, gerçekte demokratik hukuk devleti kıstasları açısından suç olduğu gerçeği herkesin yüzüne karşı ifade edilmiştir.
Artık Türkiye'de Genelkurmay Başkanı seviyesinde olsa bile, hukuk dışına çıkılmışsa, darbe, vs. gibi demokratik mekanizmayı yok edecek herhangi bir işe girişilmişse, bunun hesabı sorulur.
Genelkurmay başkanları bile, dört yıldızlı subaylar bile onurlarını kıracak bir durumla karşılaşmak istemiyorlarsa, ellerini ateşe uzatmamalıdırlar.
Bunlar oldu mu bugüne kadar?
Oldu ne yazık ki...
Şu veya bu rütbedeki insanlar, milletin kendilerine emanet ettiği silahı, millet iradesine karşı kullandılar mı?
Evet, bu da bir gerçek.
Başbakan astı asker, bakanları astı, cumhurbaşkanlarını, başbakanları, milletvekillerini, parti başkanlarını sürgüne gönderdi, partileri kapattı, ülkeye olağanüstü günler yaşattı.
Bazen alt rütbedeki askerler, kalktılar, siyasi iktidarla birlikte kendi Genelkurmay başkanlarını alaşağı ettiler.
Bunları yaparken "misyon" diye kendi kendine gerekçeler ürettiler.
Darbe oldu, muhtıra oldu, bildiri oldu...
Bütün bunlar yanlıştı, milletin demokratik iradesine karşı kalkışma idi.
Ama silahı elinde bulunduran güç olarak, geliniyor ve memlekete nizamat veriliyordu.

Neden dün değil bugün?

Başbuğ'la ilgili sıcak hadiseye bakalım.
Ortada halktan yüzde 50'ye yakın oy almış bir iktidar var.
Meclis var.
Ve böyle bir dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde, bir andıçlama gerçekleştiriliyor.
İnternet ortamında iktidara karşı kara propaganda yürüten siteler açılıyor.
Bu sitelerin açıldığı dönem, arka planda Sarıkız gibi, Eldiven gibi darbe planlarının yapıldığı dönemin hemen sonrası...
Soru şu:
Bu siteler açılmış mı, cevap: Evet açılmış.
Bu siteleri açmak yanlış mı, cevap: Evet yanlış.
Böyle site açmak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin işi mi, cevap: Hayır, asla.
Peki kim sorumlu bu sitelerden?
Evet, kim sorumlu?
Bugüne kadar, internet andıcı sebebiyle tutuklanan albaydan generale birçok subay oldu.
O subayların tamamı, andıçlamanın, "komutan"ın bilgisi dahilinde gerçekleştiğini ifade etti. Islak imzalı yazılı belgelerde de "Komutan'a arz" ifadesi yer alıyordu.
Komutan Başbuğ idi...
Bu dava, Başbuğ'un görevde olduğu zamandan beri sürüyor.
Dolayısıyla "Türkiye normal bir ülke olsa" belki Başbuğ görevdeyken bile ifade vermeye çağrılabilir, bugün tutuklanma kararı verildiğine göre o gün de tutuklanma durumu ile karşı karşıya kalabilirdi.
O gün olamadı, bugün olmuştur.
Türkiye normalleşiyor, diyoruz ya... Aynen öyle.
Bu yargılamalar olağanüstü nitelik taşısa da, normalleşme yolunda önemli adımlar olmaları hasebiyle büyük önem arz ediyorlar.
Artık bize adil yargılama dilemekten başka söz düşmüyor. Vatana millete hayırlı olsun!