NİŞ’TE BAYRAM SABAHI

Sebahattin BİLGİÇ

Yolculuklar bir hayalle başlar. Hayali adımlar takip eder, yeni yerlere yelken açarsın. Görmediğin yerler, buluştuğun dostların, edindiğin yeni dostluklar ufkunu açar, bedenen yorulursun belki ama sana faydası olmayan düşüncelerden, belki unutmak istediklerinden arınırsın, zihnin dinlenir.

Eskiler; “akan su kir tutmaz” demişler. Seyahat; insan hayatında durgunluğa, miskinliğe bir çaredir. Yollardan yollara, tepelerden dağlara, derelerden ırmaklara, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere, dostlardan dostlara ve yeni dostluklara vasıl olurken hayatında yeni hikâyeler, hatıralar ve tecrübeler biriktirmeye de ulaşırsın aynı zamanda.

Kurban bayramı öncesinde hayaller kurduk dostlarımızla. Birileri Bizans, Pontus hayalleri kurarken bizim hayalimizde acıların, hüzünlerin, hasretlerin, ayrılıkların coğrafyası Balkanlar var. Filibe’yi, Niş’i, Belgrat’ı, Kalkandelen’i, Üsküp’ü, Mostar’ı, Saraybosna’yı, Tiran’ı Selanik’i, Gümülcine’yi hayal etmemek olur mu? Yönünü Türkiye’ den hiç çevirmemiş Evlad-ı Fatihan’a gitmemek mümkün mü?

Kurban bayramı arafe gününde yola çıkıyoruz. Hedefimizde gün içinde Sırbistan’ın Niş Şehrine ulaşmak var. Sabahın erken vaktinde yolculuğumuz başlıyor. Kapıkule Sınır kapısından geçip yola revan olduğumuzda heyecanımızın yerini tatlı bir mutluluk alıyor. Biz Ahmet Yence Beyin arabasında iki aile, diğer iki araçta da dört aile olarak kervanımız yol alıyor.

Kahvaltı için uygun bir akaryakıt istasyonunda durduğumuzda kahvaltılıklar sofraya konuluyor. Arkasından masaların bir birine ikramları başlıyor. Elindekini dostlarla paylaşmak gönle giden en güzel yollardandır. Ahmet Beyin gözü Sezai Beyin sofrasında. “ sen fazla yeme bana ver, uyursun” diye takılıyor. Çay kahvaltılarımızın vaz geçilmezi olmuş. Yol arkadaşımız Sezai Beyin termosu elden ele dolaşıp yolculara adeta enerji oluyor. Çayımı rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun şiirini hatırlayarak yudumluyorum.

Ve oturdu mu bir masaya,

Hakkını verir çay içmenin…


Grubumuz on iki kişi. Yola yeni çıkmanın da heyecanıyla çabucak toparlanıyoruz. Niş’e kadar önümüzde 480 kilometre yolumuz var. Ekip pek Bulgaristan’da oyalanmayı düşünmüyor. Ama yine de Sofya’ya uğramadan edemiyoruz. Şehir merkezine girip Banyabaşı camiinde cemaatle öğlen namazını kılıp, teşrik tekbirlerini beraberce getiriyoruz.


Sofya Osmanlının uzun yıllar balkanlardaki merkezi olmuş, “Saadetlü Sofya” olarak anılmıştır. Şehir İslam Medeniyetinin bir şehri olarak imar edilmiş. Bu dönemde şehre cami, mescit, medrese, bedesten, han, hamam, kervansaray gibi 170 eser kazandırılmış. Bugün ise maalesef ibadete açık tek cami şehrin merkezindeki Banyabaşı Camii. Ayakta kalan birkaç cami de Bulgarlarca müze olarak tanzim edilmiş. Şehri gezerken kiliseye çevrilen Mimar Sinan eseri Bosnalı Mehmet Paşa Camiinin önünde buluyoruz kendimizi. Ziyarete girmek içimize sinmiyor, dış yüzeyi bile değiştirilen binaya bakıp ıstırap duyuyoruz.

Bugün Bulgaristan’da din hizmetleri Baş Müftülükçe yürütülüyor. Ülkede bir Yüksek İslam Enstitüsü, üç tanede İmam Hatip Lisesi bulunuyor. Osmanlıdan kalan Vakıf akarları müftülükçe değerlendiriliyor.

Balkan Şehirlerini gezdikçe ecdadımızın ufkunu, küçücük köylerden nasıl medeni şehirler kurduklarını görüp şanlı tarihimizle gurur duyuyorsun. Diğer gurur verici husus ise balkanlardaki Osmanlı yadigârlarının TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) tarafından restore edilmiş olması. Her bir şehirde “TİKA Tarafından Onarılmıştır” levhasını görmeniz mümkün. Yine sivil toplum kuruluşlarımızın evlad-ı fatihana destekleri ve bölgedeki hizmetleri de son derece takdire şayan, sevindirici ve umut verici.

Şoförümüz Ahmet Bey yorulduğunu söyleyince direksiyona ben geçiyorum. Uzun yolculuklarda yedek şoförün olması son derece önemli. Sırp kapısına geldiğimizde birden ehliyetimi yanıma almadığımı hatırlayıp uyuklayan Ahmet Bey’e ”sana bir iyi bir de kötü haberim var” diye sesleniyorum. İyi haberin Sırbistana geldiğimiz, kötü haberin ise ehliyetimin yanımda olmadığını söylüyorum. Bu durum yolculuğumuz için hiçte iç açıcı değil, ama maalesef geri dönüp ehliyeti alama imkânı da yok. Sonrasında tüm altı balkan ülkesini şoförümüz yoruldukça aracı ben kullanarak dolaşmış oluyoruz.

Sırp kapısında Bulgar gümrüğünde olmadığı kadar iyi karşılanıyoruz. Görevliler Türkçe konuşarak bizi Sırbistan’a kabul ediyor. Niş’e ikindi vaktini biraz geçmiş bir zamanda ulaşıyoruz. Çabucak yerleştiğimiz pansiyondan erkekler olarak şehir merkezini keşfe çıkıyoruz. Pansiyonumuz şehir merkezine yaya 8-10 dakika mesafede. Kısa sürede kılavuzluk yapabilecek derecede merkezi kavrayıp hanımları almaya dönüyoruz.
Bu akşam arafe gecesi. Arefe gecesini ve bayram namazını keşifte tespit ettiğimiz İslam Ağa Camiinde idrak etme niyetindeyiz. Niş caddeleri geniş, tanınmış firmaların mağazalarıyla dolu. Hanımlarla da dolaşınca mağazaların önünden çabucak geçmek pek mümkün olmuyor. İslam Ağa Camiine ulaştığımızda kalabalık bir cemaatle karşılaşıyoruz. Türkiye’den görevli isminin Halit olduğunu öğrendiğimiz Hoca Efendi iftar programı düzenlemiş. Bizi samimiyetle iftar sofrasına davet ediyorlar. Mahfil katında hanımlar da iftarlarını açıyorlar. Malum arefe günü oruç tutmak sünnettir. Peygamber Efendimiz “ arefe günü tutulacak orucun önceki ve sonraki senenin günahlarına kefaret olacağını Allahtan ümit ediyorum” (Müslim.Siyam)buyurmuştur. Bu güzel Sünneti ifa eden Niş’li Müslümanlar iftar için camide buluşmuşlar. Onların sofralarına ve aralarına katılmak, muhabbetle kucaklaşıp musafaha etmek bize son derece mutluluk veriyor. Elhamdülillah dünyanın her tarafında her renkten ve her dilden kardeşlerimiz ve camilerimiz var.

Niş ovanın içinde Nisava Nehrinin iki yakasında kurulmuş güzel ve son derece hareketli bir şehir. Nehrin hemen kenarında 18. Yüz yılın başlarında Osmanlılar tarafından kurulmuş büyük bir kale var. Bizim bulunduğumuz yakasında ise geniş bir meydan var. Bu günlerde şehirde festivalin olması şehre ayrı bir canlılık katmış. Nehri geçip kaleye İstanbul kapısından giriyoruz. Kale geniş bir alanı kaplıyor. Hepsi standart tezgâhlardan oluşan stantlarda yerel yiyecekler, el ürünleri satışa sunulmuş. Alan adeta panayır yeri gibi.

Osmanlı şehri ilk olarak 1385 de almış, 1445 de ise kesin olarak hâkimiyet ilan edilmiş. 18. Yüz yılın ortalarında Niş’te on üç cami, dört hamam, altı mescit, dokuz Müslüman ve üç Hristiyan mektebiyle bir rüştiye mevcutmuş. 1800 lü yılların başından itibaren Sırp isyanları başlamış. Nitekim 1804 te bir aya yakın süren isyan sonunda isyan bastırılmış ama bir daha da isyan edilmesin diye kafataslarından kule yaptırılarak gözdağı verilmiş. Şehrin 1878 de Sırpların eline geçmesiyle Osmanlının imar ettiği eserler çok büyük oranda tahrip edilmiş. Kale içinde bulunan Malkoçoğlu Bali Bey Mescidi müzeye çevrilmiş. Bugün İbadete açık tek mescit ise uzun yıllar tahrip edilmiş olarak kalan İslam ağa Mescidi. İsyanlar sonrasında ele geçirilen şehirde Müslüman nüfus çok azaltılmış. 1878 den itibaren Müslüman nüfus göçe zorlanmış. Başta diğer balkan ülkeleri olmak üzere Osmanlı topraklarına hüzünlü göç kervanları yollara düşmüş. Gözü yaşlı analar, göz yaşını, çaresizliğini saklayamayan babalar, ürkek evlatlar geriye baka baka belirsizliğe yol almış bizim şimdi arabayla kat ettiğimiz bu yollarda.

Anneler yollarda evlat kucakta

Hıçkırık sesleri köşe bucakta

Baykuş yuva yapmış sönen ocakta

Kader böyleymiş elden ne gelir. ( Asım Haliloğlu)

Evini kurduğun, çocuklarını büyüttüğün, ninniler söylediğin, ağıtlar yaktığın, harman savurduğun, nice mezar taşları diktiğin vatanını can kaygısıyla terk etmek ne acı acı bir olay, ne acı bir duygu, ne büyük bir çaresizliktir. Bir tarihte yabancı bir ülkede kocasını kaybetmiş yaşlıca bir kadın benim gözümün önünde eşiyle buluşmuştu. Kadının buluşma anı bunca yıla rağmen gözümün önünden gitmez. Deli divaneye dönmüş, üstü başı dağılmış teyze eşine nasıl da sarılmıştı ağlayarak. Eşi bize dönmüş ve demişti ki; “görüyorsunuz değil mi çaresizlik, vatansızlık ne kadar zor. Allah kimseyi vatansız bırakmasın.”


Bayram namazı 05.30 kılınacak. Hazırlanıp teşrik tekbirlerini tekrarlayarak camiye varıyoruz. Henüz cami tam dolmamış. Hoca Efendinin Sırpça vaaz vermesini takdirle karşılıyoruz. Hatta bazı kelimeleri telaffuz etmekte zorlanınca gülüşmeler oluyor, cemaati imdadına yetişip hemen doğru kelimeyi söylüyor. Biraz sonra cami dolduğunda her renkten Müslümanla beraber olmamız içimizi coşturuyor. Öğreniyoruz ki şehirdeki üniversitede okuyan birçok ülkeden Müslüman öğrenciyle beraber bayram namazındayız. Halit Hoca üç dilde; Arapça, İngilizce ve Sırpça uzun bir hutbe okuyor. Teşrik tekbirlerinin bizim alışık olduğumuz Itri bestesiyle okunmaması ilk başta garibimize gitse de biz de makama ayak uyduruyoruz. Şimdi bayramlaşma zamanı. Dilimiz farklı, bazılarıyla rengimiz farklı ama Rabbimiz bir, Resulümüz bir, Kitabımız bir, secdemiz aynı kardeşlerimizle muhabbetle ve özlemle kucaklaşıyor, vücut diliyle bir birimizin bayramını tebrik ediyoruz. Bayram sevinci her yerde güzeldir ama garip kalmış bu diyarlardaki Müslümanlarla beraber ayrı bir haz oluşturuyor doğrusu.

Cami çıkışında bizde olmayan güzel bir uygulama gördük. Birçok tatlı çeşidi ve bazı yiyecekler masalara ikram için konmuş. Çıkışta isteyen ikramı alıp cami bahçesinde arkadaşlarıyla sohbet eşliğinde yiyor. Tulumba tatlısı aralarında en efsane olarak bizden notunu alıyor.

Bayram dönüşü pansiyonumuza döndüğümüzde geleneksel bayramlaşma için eşlerimiz ve çocukları bizi bekliyor bulmak sevincimize sevinç katıyor. Beş yüz yıla yakın kader birliği ettiğimiz bu topraklarda, gözü yaşlı geride bıraktığımız kardeşlerimizle bayram neşesini yaşamanın mutluluğu herkesin yüzünü aydınlatıyor. Neşeyle bayramlaşıyor, yola çıkmak üzere hazırlıklarımıza yöneliyoruz.

Ben gurbette çok bayram yaşadım. Kimseniz yoksa, çalacak bir kapınız bulunmuyorsa bayram buruk bir sevinçle başlar. Onun için olsa gerek her bayramda kimsesizlerin, evsiz barksızların, garip gurebanın, evlat yolu bekleyenlerin, hastaların bayramını hatırlar, hüzünlenirim.

Yolumuz Bosna’ya. Araçlarımıza binmiş gönüllerin neşesi Bosna’ya yol alırken, bir yandan Osmanlıyla beraber geçmiş saadetli yılları, diğer yandan Sırpların soykırımına uğramış zulüm yıllarını hatırlamadan edemiyoruz…

Sebahattin BİLGİÇ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.