2000 kilometre yol gittik. Mali-Nijer sınırına vardık. Bu tarafta iki-üç tahta kulübe, o tarafta iki-üç tahta kulübe, karşılıklı dalgalanan –aslında rüzgâr olmadığı için dalgalanamayan- iki tozlu bayrak… İşte sınır kapıları!
Aklıma Gambiya'nin İttihad-ı Afrika'cı lideri Hacı Yahya Cammi'nin lafı geldi:
"Benim için Afrika ülkeleri yok, tek bir Afrika var."
Bir Mali tarafına bakıyorsun, bir Nijer tarafına; tıpkısının aynısı.
İnsanlar aynı, evler aynı, mescitler aynı, çöl aynı, yoksulluk aynı, sömürü aynı, sair dertler aynı, ama arada bir sınır var işte.
"Yoksulluğumuzu, perişanlığımızı birbirimizden koruyoruz" diyen bir sınır.
Sınırın Mali tarafındaki memurlar sıcakkanlı ve güler yüzlüydü.
Nijer tarafındaki memurlarda ise havalar 1500'dü.
Baktılar ki üç beyaz adam, hiç pas vermediler.
"Selamun aleykum" deyince yüzleri güler sandık, ama gülmedi.
Aksanımız biraz Fransız kaçtı galiba.
"Neyse" dedik, "işimize bakalım".
- Vize alacaktık da…
- Burada vize vermiyoruz.
- Ama bize verdiğiniz söylenmişti.
- Veriyorduk ama artık vermiyoruz.
Sonradan öğrendik ki, "kuş gribiyle ilgili haber yapacağız" diye bu kapıdan vize alıp Nijer'e giren bir grup Fransız gazeteci, ülkenin kuzeydoğusundaki uranyum zengini Agadez bölgesinde hükümet güçlerine karşı savaşan isyancı Tuareglerin yanına gitmişler, onların reklamı mahiyetinde haberler yapmışlar.
Yine sonradan öğrendik ki, uranyum yatakları üzerinde söz hakkı isteyen isyancıların arkasında genel olarak Fransa ve özel olarak Fransız uranyum şirketi Areva varmış.
Hülasa, Fransızların fitneleri yüzünden bu sınır kapısında artık vize verilmiyormuş.
Saygı duyduk, ama gerisin geriye 2000 kilometre yol gitmeye hiç takatimiz yoktu.
Üstelik, Kazablanka üzerinden İstanbul'a dönüşümüz, ertesi günün akşamı, Nijer'in başkenti Niamey'den olacaktı; uçak biletimiz öyle ayarlanmıştı.
- Arkadaşlar, ne yapsak ne etsek? Nijer'de elçiliğimiz de yok ki arasak.
- Elçilik yoksa da Hocaefendi'nin okulu vardır.
İstanbul'daki arkadaşlara telefon açtık, Nijer'deki okulların genel müdürü Adnan Alkış'ın telefon numarasını aldık.
- Alo. İmdat!
Adnan Bey ve arkadaşları hemen harekete geçtiler.
İstanbul'daki arkadaşların durumdan haberdar ettiği Abuja / Nijerya'daki büyükelçiliğimiz de hemen harekete geçti.
İki hareket birleşti ve bize 48 saatlik özel vizeler çıktı.
Bu vesile ile Niamey'deki hizmet erlerine ve Türkiye Cumhuriyeti Abuja Büyükelçiliği'ne (dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı'na) bir kere daha cân-ı gönülden teşekkür ederim.
Hizmet erleri deyince…
Nijerliler daha önce hiç tanımadıkları Türkiye'yi onlar sayesinde tanıdılar.
Aslında Nijer'deki Türkiye imajı onların imajından ibaret.
Bu imajda öne çıkan unsurlar:
Dindarlık, temizlik, zarafet, disiplin, fedakarlık, kalite ve ille de güleryüz.
Nijer'de bir ilkokul, bir ortaokul, bir lise açmışlar.
Kısa sürede Amerikan ve Fransız okullarının havasını söndürmüşler.
Eğitimleri onlarınkinden daha kaliteli, binaları onlarınkinden daha güzel, bilgisayarları onlarınkinden daha gelişmiş, üstelik aldıkları ücret onlardan düşük.
Çok daha düşük.
Amerikan okulları yıllık ortalama 10 bin dolar civarındaymış.
Bizim okullar ise 1000 dolar civarında.
En önemlisi, Müslüman Nijerliler çocuklarını Müslümanların okullarına göndermeyi tercih ediyorlar.
Ve "bizimkilerin okulları onlarınkinden daha iyi" diye iftihar ediyorlar.
Nijer Genelkurmay Başkanı ve Emniyet Genel Müdürü'nün çocukları "hizmet"in okullarında.
Adnan Alkış ve arkadaşları devlet tarafından el üstünde tutuluyor, protokolde ihtimamla ağırlanıyor…
Bu çok önemli.
Çünkü Nijer, dünyanın en yoksul ülkesi de olsa, yabancılara pek iltifat etmiyor.
En ufak bir samimiyetsizlik kokusu aldı mı, yabancı yardım kuruluşlarına da iltifat etmiyormuş.
"Sınır Tanımayan Doktorlar" sınır dışı edilmiş mesela.
Fransızların kurduğu bir radyo kapatılmış.
Sömürgecilikle özdeşleşen beyaz ten renginin uyandırdığı şüphe yüzünden olsa gerek, Türkiye'den gelen bazı insani yardım gönüllülerine bile müşkülat çıkarılıyormuş.
Ne yalan söyleyeyim, Nijerlilerin bu halleri (sınır kapısında bizi ilk gördüklerinde surat asmaları dahil) hoşuma gitti.
Ezik değiller.
Yalaka değiller.
"Beyaz Adam"a haddini bildiriyorlar.
İyi ediyorlar.
"Ama biz o beyazlardan farklıyız. Bize farklı davranmaları gerekmez mi?"
Zamanla olacak inşaallah.
Olmaya başladı işte.
Adnan Alkış ve arkadaşları sağ olsun.