12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yeni bir anayasa hazırlanıp referanduma gidildiğinde yıl 1982 ve aylardan Kasım idi.
80’li yılların sonlarına doğru, 12 Eylül’e dair yazılan kitaplardan, darbeci paşaların beyanlarından öğrendik ki, askeri müdahale bir “son dakika” kararı olmayıp, bilakis şartların iyice müsait hale gelmesi, ortamın uygun “kıvama” ulaşması için bir süre beklenmiş. Bu arada her gün ortalama 20 üniversite öğrencisi genç, sağdan ve soldan ölmeye devam etmiş.
Biz 12 Eylül 1980 sonrasının sisli-puslu havasında ne olup bittiğinden habersiz üniversite okurken, Türkiye’nin muhtelif hapishanelerinde işkence merkezleri kurulmuş, çok canlar yakılmış.
1980 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasası için 7 Kasım 1982'de referandum yapılmıştı. Katılım oranının yüzde 91.3 olduğu halk oylamasında, sandık başına giden seçmenlerin yüzde 91.4'ü ''Kabul'', yüzde 8.6'sı ''Ret'' oyu kullanmıştı. 1982 Anayasası, sonuçların açıklanmasıyla 9 Kasım 1982'de yürürlüğe girdi. Anayasanın Geçici 1. Maddesi uyarınca, askeri müdahalenin ardından Milli Güvenlik Konseyi ile Devlet Başkanlığını üstlenen Kenan Evren ''Cumhurbaşkanı'' sıfatını aldı. Evren, 9 Kasım 1989'da görev süresini tamamlayarak cumhurbaşkanlığından ayrıldı.
Üniversite ikinci sınıfa yeni başladığım günlerde 1982 anayasası oylanmıştı. Aradan yaklaşık 30 yıl geçti. Gün oldu devran döndü, kendilerini anayasa ile güvence altına alanların koruma kalkanı kalktı.
12 Eylül 2010 referandumu ile yeni ve esaslı bir anayasa için bir kapı aralandı. Halkın yüzde 58’i “Evet” oyu ile “değişime” ve özgürlüklerin genişletilmesine, dünya standartlarında bir demokrasiye destek verdi.
12 Eylül 1980 darbesi sonrası işkence gören mağdurlar, “Allahım bana bir fırsat ver, bana yaşatılanların hesabını sorayım!” şeklindeki 30 yıllık dualarını gözleri yaşlı, televizyon ekranlarından hatırlatıyorlardı. Gün onların günüdür.
Eylül 1980 darbesinin sembol ismi Kenan Evren ve hayatta bulunan diğer darbeciler için sıkıntılı bir dönem başlamış bulunuyor. 30 yıl sonra da olsa bir hesap sorma, davacı olma dönemi başlamış oldu. Allah, Evren ve arkadaşlarının bazı acıları, korkuları yaşamadan ölmesini istemiyor olmasın. Evren, bugün 93 yaşında ve seçim sandığının başında, artık hareketlerinin –fiziken- epeyce sınırlandığı görülüyordu.
Kenan Evren, referanduma giden süreçte gazetecilere, hesap sorma sürecini birkaç kurşunla bitirebileceğini söylemişti. Şimdi gözler onun üstünde. Bakalım dediğini yapabilecek kadar cesur mu, sözünün ne kadar arkasında durabilecek? Kim bilir kamuoyunu nasıl ibretlik sahneler bekliyor.
Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısında önemli değişiklikler yapan yeni anayasa paketinin kabul edilmesi için en büyük çabayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gösterdi. Başbakan, bayram günlerinde bile İstanbul’un ilçelerini tek tek gezip küçük mitingler yaparak halka “Evet”in gerekçelerini anlattı.
Başbakan, 12 Eylül’e bir hafta kala peş peşe televizyon programlarına katılarak mitinglerde ulaştığı onbinlerce vatandaşı yüz binlere, milyonlara çıkardı. Bulabildiği bütün fırsatları “güçlü bir evet” için değerlendirdi. Onun yorulmak bilmeyen çabası, baş döndüren hızı milyonların gözünden kaçmadı.
Referandumun asıl galibi elbette halk. 30 yıl sonra da olsa 12 Eylül 1980’nin izlerini silmenin, mağdurların acılarını bir nebze olsun azaltmanın ve de daha özgür bir Türkiye’nin önünü açmanın kararı millet tarafından verildi. Hem de cılız bir sesle değil.
Evet’ler yüzde 55’in altında kalmış olsa idi, daha kapsamlı bir anayasanın çalışmaları buruk ve zorluklarla başlayacaktı.
Şimdi AK Parti yönetimi hem yeni anayasa için, hem de 2010 genel seçimleri için hazırlıkları yüksek moralle başlatacak.
Referandum akşamı Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşma yeni bir “balkon konuşması” niteliğinde idi. İyi kurgulanmış bir metin, akıcı ve etkin bir sunum ve mütevazı, farklı fikir sahibi vatandaşları kucaklayıcı bir üslupla Erdoğan milyonların gönlünü fethetti.
Bundan sonra atılacak adımların, o konuşmanın ruhundan uzaklaşmaması halinde AK Parti’nin oylarında birkaç puanlık artışın şimdiden sağlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Başbakan Erdoğan’ın gölünü kırmış olabileceği vatandaşlardan özür dilemesi, tarihimizdeki zafer kazanmış komutanların jestlerini hatırlattı.
Basketbolda Türkiye’nin dünya ikinciliği başarısı, referandumda özgürlükler yönünde atılan adımın doğurduğu sevinci ikiye katladı. Altın madalya alınsa “üç bayram birden” yaşanacaktı ama basketbolda final oynayarak gümüş madalya alınması da ülkemizin spor tarihinde bir ilk olması bakımından, çoğu vatandaşımız için “üç bayram sevinci” anlamı taşıyordu.
MHP yönetimi, referandumda takındığı tavırla tabanının bir kısmı ile ters düştü. Referandum sonuçlarını okurken de aynı “basiret bağlanmışlığını” sürdürecek gibi görünüyor.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu da zor günler bekliyor. Kılıçdaroğlu, oyunu bile kullanamayan genel başkan olarak seçim tarihine şimdiden geçti bile.
Kılıçdaroğlu, partisi içinde ve dışarıda birden çok cephede mücadele veriyor. Üstelik bu cephelerin birisinde bile güven verici, göz dolduran bir mücadele sürdürebilecek donanım, vizyon, ağırlık ve karizmaya sahip olmadığı halde.
Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde CHP’nin işi kolay olmayacak. Bu kadar güç dengesini gözetmeye çalışırken, günlük hatta saatlik değişen mesajlarıyla kitleleri ikna etmesi, onların güven duymasına yetecek bir liderliği sergilemesi Kılıçdaroğlu için muhal görünüyor.
Kılıçdaroğlu’nun 70’ten fazla vilayete ve 200’den fazla ilçeye gitmiş olması takdire şayan. Ne var ki, gittiği her yerde birbirinden ayrı, başka, bazen de taban tabana zıt konuşmalar yapan bir liderin alabileceği sonuç, referandum gecesi ortaya çıkan haritaya bakıldığında çok net görülüyor. Kıyı şeridindeki geleneksel CHP oyları dışında diğer illerde CHP varlık gösteremiyor.
BDP, zaferini çoktan ilan etti. Tehdit ettiği Güneydoğu halkından sınırlı bir vatandaş grubunu sandıktan uzak tutmayı başardığı anlaşılıyor. Bu parti, Güneydoğu seçmeninin tamamını bile boykota katmış olsa yine de başarılı değildir. Türkiye’nin bütün bölgelerinde siyaset yapabilir hale gelinceye kadar BDP için “başarı”yı telaffuz etmek abesle iştigaldir.
Özetlersek; referandumun çok açık iki galibi vardı: Millet ve Başbakan Erdoğan.
Erdoğan, başarı zincirine yeni halkalar eklemenin kararlılığında görünüyor.
“Bu kadar koşuyorsunuz, yorulmuyor musunuz? Bu kadar uykusuzluğa, çalışmaya nasıl güç yetiriyorsunuz?” sorusunu yönelten bir gazeteciye O, “Kalpten kalbe yol vardır. Ben halkıma aşığım, onların gönlünde de bunun bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Bu karşılıklı sevgi olduğu müddetçe yorgunluk hissetmem mümkün değil” karşılığını veriyordu.
Çıktığı çok sayıda televizyon programında cumhurbaşkanlığı ya da başkanlık gibi niyet ve düşüncelerini de dillendirmekten kaçınmadı Başbakan Erdoğan.
Başbakan’ın, “Ülkemiz güzel günler yaşıyor. Daha güzel günler bizi bekliyor” cümleleri de referandum sürecinde akılda kalan önemli bir çıkıştı. O, her vesile ile dünün Türkiye’si ile bugünü ve muhtemel gelecek vizyonunu dile getirerek vatandaşları umutlandırmaya, yüreklendirmeye devam ediyordu.
Başbakan, bundan sonra daha sık referanduma hazır olmamız gerektiğinin altını her fırsatta çiziyordu.
Referandum sonuçları, doğru okumasını bilenlere önemli mesajlar veriyor.
Gözlerini ışığı kapayıp başarısızlıkları için suçlu arayanlar ise sürekli karanlığı sadece kendilerine başlatırlar.
Hiçbir gece bitimsiz, hiçbir tünel sonsuz değildir. Er ya da geç gerçeklerin aydınlığı ile karşı karşıya geliriz.