''Benlik yüzünü Allah'a çevirdiğinde RUH, maddeye çevirdiğinde NEFS adını alıyor ''
İmam-i Gazali
Ayette; „Nefisini bilen Rabbini bilir“ buyurulmaktadır. Benliğini bilen Rabbi namına alır, O'nun namına verir ve O´nun adına yaptığı herşeyi yapar.
Benliğin sözlük anlamı, “BEN” olan egodur. „Ben“liktir.
Ego nefistir. Nefsini tanıyan Rabbini bilir. O halde Nefsi yeterince iyi tanımak gerekir. İnsanın dengesini bozar eğitilmemiş, tanımlanmamış benlik duygusu. Yaptığı bütün güzellikleri, iyilikleri hep kendinden bilir. “BEN” yaptım “BEN” kazandım v.s der.
Yaptığı yanlışları ise hep başkalarından bilir, nefsine hiç yüklenmez. Kendini sorumlu tutmaz. Peki bu duygu ne yapar? Egoyu pofpoflar. Egoyu şişirir.
Enaniyet (Benlik) insanı insanlık dışı bırakmaya yetecek kabiliyettedir. Kûran-î Kerim de bile Rabbimiz bir çok âyetin de “BIZ” kelimesini kullanmıştır. Yüce Allah kendi zatı ile ilgili olarak “Biz Kur’ânı indirdik” (Hicr, 15:9) “Sizi rızıklandıran biziz” (İsra, 17:31) “Biz biliriz” (İsra, 17:47) “Ölüleri biz diriltiriz” (Yasin, 36:12) v.b buyurmuştur.
„İnsanın kendisini bilmesi ve tanıması varlığı ve kendisi ile beraber varlığı yaratıp bir bütün haline getiren ve ihtiyaç silsilesi ile birbirine bağlayan Allah’ı tanımasına vesiledir. Bunun için “Nefsini/kendisini bilen Rabbini bilir” denilmiştir“.
Konunun önemine binayen Üstâd Bediüzzaman Hz.leri (Sözler, 2004, s. 808) de
Ene Risalesi”nde söyle anlatmıştır:
“Ene, künûz-u mahfiye olan Esma-i İlâhiye’nin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlâkının dahai anahtarı olarak bir muammay-ı müşkil-küşâdır, bir tılsım-ı hayret-fezâdır. O ‘ene’ mahiyetinin bilinmesiyle, o garip muamma, o acip tılsım olan ‘ene’ açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar”
Egosuna yenik düşen insan nefsinin esiri olmuştur. „Nefis Allah’ı düşünmez, Allah’a kul olmakta uzaklaşır da dünya hayatını gaye ve amaç edinir, daima onun için çalışırsa o zaman nefis hesabına hareket etmiş, benlik ve enaniyetini güçlendirmiş olur. Bu durumda da daima tahribe ve şerre yönelir.
Hayal peşinde koşmaya çalışır. Ruhun tüm duygularını ve aklı kendi istek ve arzuları peşinde koşturur ve onları yüksek duygu ve düşüncelerden mahrum eder. Daima kendine zararlı maddelerle beslenen ve sonunda çürüyen bir çekirdek gibi çürür gider. (Sözler, 2004 s. 512-516) Bu durumda nefis insanın en büyük düşmanı olur“. (Keşfu’l-Hafa, 1:43)
Nefis terbiye edilmedikce öyle bir zarar ziyandır ki insan akıl sır erdiremeyiz. Nefis menfaatlerde kendini zararlarda ise daima başkasını düşünür, suçu üzerine almaz ve kendini daima iyi bilir ve kendini avukat gibi müdafaa eder.
Çocuk gibi hissini ve hevesini tatmin etmek için en değerli şeyleri değersiz menfaatleri uğruna feda eder. Eğer insan nefis ve şeytanı dinlerse esfel-i safiline düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer; eğer Hak ve Kur’anı dinlerse esrefûl- mahlukata çıkar, cennete layık bir kıymet alır.
Mesnevi´de Mevlana nefsi devekuşuna benzetmektedir. Kendi işine yarayanı görür ve alır. Anlıyoruz ki nefis menfatlerin kaynağıdır. O halde kişi menfaatini terk etme fedakârlığı göstermediği müddetçe nefsini mağlup edemez. Menfaatperest nefisperesttir. İnsan “Nisyan” kökünden gelen bir kelimedir. Bundan dolayı nisyana yani unutmaya müpteladır; unutkandır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. (Mesnevî, 375). Nefisperest bir insana bir iş, bir ibadet teklif edildiği zaman başını havaya kaldırarak firavunlaşır. Ama bir menfaat dağıtımında hakkı olmadığı halde bir zerreyi bile terk etmek istemez. Nefsini ıslah eden ise hizmette ileri ücrette geri durur.
Velhasil vel kelam, “Sen, eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’ânı dinlersen âlay-ı illyyîne çıkar, kâinâtın güzel bir takvimi olursun.” (Sözler, 526).