"ARKADAŞ deli mi oldun sen!" diye bağırdım: "Ödümü kopardın!"
Avukat-tutuklu görüş odasının büyük penceresinden, ben Ahmet'le konuşurken Ahmet'in arkasından zıplayıverdi Nedim. Koca adam, kocaman gülüyordu. Ahmet hücresine giderken onu getirdiler görüş yerine. Baktım epey neşeli. İçimden, "Alıştı artık" dedim, "Alışmalarına sevinmemiz ne tuhaf" dedim sonra. Sonra hep neşeli şeylerden konuştuk. Ya da başlangıçta öyle bir niyetle masaya oturduk.
SİLİVRİ'NİN SURVIVOR'I
"Biz de burada bir Survivor adasında olduğumuz için!"
"Survivor'ı izliyormuşsun?" diye sorunca Nedim'e, böyle diyor işte:
"Biz de hayatta kalmaya çalıştığımız için herhalde."
Bunları söyleyip gülüyor yine.
"O yüzden mi bronzlaştın sen?" diye soruyorum, zira Nedim bildiğin bronz olmuş:
"Tabii tabii, Silivri Beach! Beş yıldızlı! Yok canım, havalandırmaya çıkıyorum. Bir an bile içeri girmiyorum. Depresif olur insan yoksa. Bahar geldi ya, neşemiz biraz yerinde artık."
Her yeri beton olan Silivri'ye baharın geldiğini nereden anlayabilir ki insan? Herhalde betona bakmamak için birbirlerine baktıkları için birbirlerinin yüzünden.
BASKIN BASININDIR!
Nedim ile ciddileşiyoruz giderek. Yine canı sıkılmış gazeteci "arkadaşlara":
"Polisler bile birinden biri suç işleyince kelepçe takmaz. Mesleki bir dayanışmadır bu. Ama gazeteciler... Zaten basının üzerindeki baskılar sadece hukuki ve siyasi değil. Basının üzerinde artık öteki basının baskısı var!"
"Baskın basınındır yani" diyorum, "Aynen öyle" diyor Nedim, devam ediyor:
"Dünyanın hiçbir yerinde yoktur herhalde. Basındaki tasfiyeyi basın başlatıyor. Gazeteci arkadaşlarımız birbirini hedef gösteriyor. Dünyaya Türkiye ile ilgili sunulan raporlarda bu baskıdan da söz etmek lazım. Ne olacak anlamıyorum? Hürriyet, Milliyet okuyanları zorla Zaman mı okutacaklar yani? Basının yaptığı bu gazeteci tasfiyesinin nihai hedefi ne yani?"
TOHUM VE CESET
Sonra hafif dertlenip devam ediyor: "Hipokrat'ın bir sözünü okudum: 'Meslektaşlarım benim kardeşlerimdir.' Böyle hisseden basın mensubu kaç tane var acaba Türkiye'de? Bak Ahmet'e (Şık). Sıfırdan başlamış, tertemiz bir hayat yaşamış, herkesin sonuna kadar eşit olmasını isteyen bir adam. Zaten o yüzden onun duruşmalarına o kadar kalabalık geliyor. Mehmet Baransu ise duruşmasına tek başına gidiyor. Acaba diyorum, o kalabalığı görünce mi hırslanıyor bu arkadaşlar? Onun hıncından mı bizim üzerimize ölü toprağı atmaya çalışıyorlar?"
Aklına bir şey geliyor, gülüyor:
"Zaten tecrübeli infaz koruma memurları öyle diyor: 'Herkes keşke Ergenekoncular gibi olsa, çok kibar adamlar'."
Kahkaha atıyoruz buna, Nedim sonra temiz bir inançla devam ediyor:
"Ben dışarı çıktığım günden itibaren onların da içeri alınmaması için uğraşacağım. Belki kendime fazla yüksek idealler belirledim ama böyle yapacağım. İnsanlar inandırıcı bulmazlar ya 'Benim oğlum öldü, kimseninki ölmesin' diyen anneleri. Bu da öyle bir şey; insan başına gelince o annelerin ne demek istediğini anlıyor. İnandırıcı gelmiyor insanlara yaşamayınca ama şimdi anlıyorum Rakel'i, o anneleri. Bunlar biraz hayal gibi ama... Buraya düşmüşüz bir kere. Toprağın altına girdiysen ya çürüyüp ceset olacaksın, ya da tohum. Ben tohum olmaya çalışıyorum. Tohum kalmaya... "
Alışmış biraz daha Nedim, daha iyi gördüm.
"Ahmet tam buraya beraber düşülecek adam!" diyor. Tuhaf! Aynı şeyi biraz önce Ahmet, Nedim için söylüyor. İkisinin de birbirinden habersiz söylediği bir başka şey daha var:
"Daha sık gelin. Çünkü gelmen ayrı güzel, geleceğini bilmek ayrı."
Haklı, çünkü beş yıldızlı Silivri Beach'te insanı insana hasret bırakmak için beton baharı tam ortasından ikiye kesiyor.