Her gün birçok şeyin değişebileceği beklentisinin olduğu bir ülke olabilir mi?
Üç yıl önce bir vesileyle yaptığım Suriye seyahatimde, özellikle Şam’da birçok çeşitli üniversite ve kurslarda okuyan Türkiyeli öğrencilerle ve bir kaçta oraya yerleşmiş aile ile tanışma fırsatım oldu. Görüşmelerimde öğrencilerde ve ailelerde hep endişe ve temkin hissettim. Yarın ne olacağını kavrayamıyoruz diyorlar ve asker, hilafet, Müslüman kardeşler vb kelimeleri yüksek sesle konuşmamamızı tavsiye ediyorlardı. Hatta resmi dairelere dikkatlice bakmamayı bile tavsiye etmişlerdi. Gençlerin tedirginliklerini gördükçe ‘’vah Müslüman’ın başına gelenler’’ diye içimi derin bir hüzün kaplamıştı.
Kaldığım bir hafta zarfında Suriyelilerin de tedirgin hallerine şahit oldum. Evet, Suriye benim memleketimden bir otuz-kırk yıl geri kalmış. Uzun yıllardır da Arap ve komşu ülkeler düşmanlığımız bizi bu kardeş halktan uzak tutmuş. Fakat şehirleri gezdikçe, insanlarla tanıştıkça, sofralarını paylaştıkça Suriye’nin Türk insanından, Türk şehirlerinden, Türk geleneklerinden çok da farklı olmadığını anladım. Şam’da, Halep’te Humus’ta, Busra’da dolaşmak sanki İstanbul Eminönü’nde, Antakya’da, Alanya’da, Antep’te, Urfa’da dolaşmak gibi.
Sınırın bu yakasında Beyazid-i Bestami’nin, Habib-i Neccar’ın kabrinde aldığın hazzı, öbür yakada Muhyiddin-i Arabi’de, Halid-i Bağdadi’de alabiliyorsun. Fıstık bahçeleri bizim sınırda bitmiyor, Suriye topraklarında da devam eder. Zeytin bahçeleri de öyle, hububat tarlaları da.
Ben Avrupa’nın birçok ülkesinde de dolaştım. Şüphesiz o ülkelerin sistemi oturuşmuş, imkânı bol ve güvenli seyahat etmek mümkün. Fakat kendini oralı hissedemezsin. Suriye’de ise sistem diye bir şeyden bahsetmek zor. Ama dolaştığın o topraklarda kendini oralı ve huzurlu hissedersin.
Halep’te tarihi yerleri dolaşırken çektiğim fotoğraf karesine bir asker de girmişti. Fotoğraf karesi Halep merkezde cadde ışıklandırmasının çekildiği bir gece manzarası idi. Fakat asker fotoğrafın karesine girmekten hiç memnun kalmamış olmalı ki niçin fotoğraf çektiğimi sorgulamaya başladı. Türkiye’den geldiğimi, gezerken fotoğraf çektiğimi falan söyleyince tartışma fazla uzamadı.
Şimdi Suriye’de, hemen yanı başımızda kan gövdeyi götürüyor. Her gün haberlerde onlarca, zaman zaman da yüzlerce kişinin Suriye ordusu tarafından katledilişini okuyor ve seyrediyoruz. Orada az bir ceberut azınlığın büyük çoğunluğa silah ve kanun zoruyla hükmedişini seyrediyoruz. Halkına karşı geleneksel hale gelmiş zulüm, artarak devam ediyor. Her gün tekbir sesleriyle feryat eden kadınlara, çocuklara, kanlar içinde yatan şehitlere şahit oluyoruz. Hama’da kırk bin kişiyi katleden acımasız anlayış, yine kırk binleri katletmenin yolunda. Nusayri yönetim, saltanatını devam ettirebilme gayretiyle kurşunluyor, bombalıyor ve binlerce insanı zindanlarda kaybediyor.
Elbette zulümle abad olunmaz. Ve Şam-ı Şerif, elbette şerefli yöneticilerine kavuşacaktır. İnşallah yakın gelecekte onlarca sahabenin metfun bulunduğu Suriye şehirlerinde, insanlar huzur ve güvenle işlerine gideceklerdir.
Dünya, çıkarlar dünyası. Ülkeler olaylara kendi menfaatleri doğrultusunda yaklaşıyor. Bir takım siyasi gruplar da kendi dünya görüşleri doğrultusunda Suriye yönetimine destek veriyorlar. Sünni yönetimin gelmemesi bazıları için Nusayri zulmünün devamına tercih sebebi.
Hâlbuki olaya Müslüman’ca hak ve hakkaniyet ölçülerinde yaklaşmak çok önemli. Orada Nusayri yönetimin çoğunluk Sünni halkı ezmesine, zulmetmesine taraftar olunmamalı. Ülke kendi sorunlarını, kendi iç dinamikleri ile çözsün fikrinde de olunmamalı. Amerika’nın İsrail’in Avrupa devletlerinin, İran’ın ve Suud’un cirit attığı bölgede etkin olmamak, güç oluşturmamak, ayağına kurşun sıkmak, geleceğine kör bakmaktan başka bir şey değildir. ‘’Müslümanlar ancak kardeştirler.’’(Hucurat:10) Onlar bizim hem kardeşlerimiz, hem komşularımız. Kaldı ki her şey bir yana, insan olmaları onlara bir şekilde yardımcı olmamız için en önemli sebeptir.
Uzun asırlardan buyana bölgede Şia hakimiyet kurma çabasındadır. Bu amaçla İran kendi sistemini özellikle bölge ülkelerine empoze etmek istemektedir. İran’la Türkiye’nin rekabetini sadece ekonomik olarak değerlendirmek büyük hatadır. Hükümet bölgede son yıllarda dini inisiyatifi de ekonomik inisiyatifle beraber elde tutma çabasındadır ve olmalıdır da. Bütün bölge ülkelerindeki karışıklık ve istikrarsızlık bizi Irak’ta olduğu gibi doğrudan ilgilendirmektedir. Komşuda çıkacak yangının korlarının üzerimize düşmemesi mümkün müdür?
İran Hafız Esed zamanında Hama katliamına seyirci kalmış, şimdi de oğul Eset katliamına destekçi olmaya devam ediyor. Esat muhaliflerinin katledilmesi bahasına Esat’a sahip çıkmaları, çıkarlarına uygun geliyor olsa gerek. Mezhepçi yaklaşımın ne İran’a ne de bölgeye hiçbir yarar göstermeyeceği kesindir.