Sani Amca bir Deniz Feneri gönüllüsü. Yıllar önce Gaziantep’ten gelmiş İstanbul’a. Dükkanının camında “Gaziantepli Sani Usta” yazıyor. O bir tatlı ustası. 40 yıldan fazla bir zamandan beri aynı işi yapıyor, elinin emeğiyle geçiniyor.
Dükkanında beş on dakika otursanız, oranın gariplerin hacet kapısı olduğunu hemen anlarsınız.
Yıllardan beri gerek kendi kazancından gerekse bazı hayırseverlerin emanetlerini yerine ulaştırmak suretiyle yüzlerce ailenin derdine deva, yarasına merhem olmuş.
Deniz Feneri Derneği’nde uzunca bir süre sosyal inceleme yaparak, gıda dağıtımlarına yaparak gönüllü katkı sağladı.
Şimdilerde üç aşevini ayakta tutma mücadelesi verdiği için derneğe eskisi kadar gelemiyor. İstanbul’un fakir semtlerine açtıkları aşevlerinde üretilen sıcak yemekle her gün yüzlerce ihtiyaç sahibi vatandaşımızın sofrasını şenlendiriyor, yüzünü güldürüyor.
Sani Amcamahallesinin, semtinin bir Deniz Fener adeta. Kimin borcunu ödeyemediği için elektriği kesilse Sani Amca’ya koşar. Çocuğuna süt alamayan dullar, hastasına ilaç bulamayan garipler, kira ödeyemediği için evinden atılmaya ramak kalmış çaresiz vatandaşlar onun kapısında bulur kendini.
Ailelerin kendi imkanlarıyla çözüme kavuşturamadığı problemlerinin çözümü için onları Deniz Feneri’ne yönlendirir. O ailelerden birisinin bile sıkıntısı giderildiğinde Sani Amca’nın keyfine diyecek yoktur. Yardım kendisine yapılmış gibi sevinir, duygulanır, gözleri yaşarır. Çözüm konusunda kendisinin yetersiz kaldığı konularda bizzat derneğe gelerek, bazen gözyaşları içerisinde ailenin hikayesini anlatır.
O geldiğinde, “Çay içer misiniz?” soruma “Evet” derse, onun çay siparişini şöyle veririm; “Sani Amca için suyu bol bir çay!”
Son iki gelişinde bir hikayeyi iki defa dinledim ondan. Önceki anlattığını unuttu belki de.
Dinlediğim bildik bir hikaye idi aslında. Fakat ispatlı şahitli anlatılınca, dinlediğimin herhangi bir “hikaye” olmayıp ibretlerle dolu gerçek bir yaşam öyküsü olduğunu anladım.
Sani Amca’nın kayınpederi Ahmet Eroğlu, 1986 yılında vefat edinceye kadar Gaziantep’in Narlı ilçesinde yaşamış. Vefatına yakın yıllara kadar lokanta işletmiş. Lokantanın yanı başında bir kasap dükkanı, onun karşısında ise bir fırın varmış.
İlçede Şahan Hafız adıyla bilinen iki gözü de âmâ bir garip adam varmış. Elinde bastonu ile dolaşır, bir ileri bir geriye sallanarak, “Ne yaparsan kendine!” dermiş.
Bazen kasap dükkanına uğrar, biraz oturur kendisine ikram edilen çayı içer, bazen de fırına uğrar, bir köşede otururmuş. Cadde üzerindeki esnaftan bazılarını gün içinde ziyaret ederek onların ikramlarını kabul eder, hayır sahibine teşekkürde kusur etmezmiş. Kendisine bir bardak su bile ikram edilse veya yemek yedirilse, yahut birisi onu caddede karşıdan karşıya geçirse, ona mutlaka teşekkür eder ve iyilik sahiplerine mütemadiyen, “Ne yaparsan kendine!” dermiş.
Fırıncı ve kasap bir Cuma vaazında, “İnsanlara zararlı mahluku yok etmek caizdir” sözünü duymuşlar.
Namazdan sonra kendi aralarında konuşurken, “Şahan hafızın iki gözü de kör. Bir yere gidemiyor, kimseye bir faydası yok. Hatta ayakaltında dolaşıp, iş yapmamızı engelliyor, zarar veriyor. Bu adamı ortadan kaldırmak lazım” diye konuşmuşlar.
Sonra da sinsi bir plan hazırlayıp uygulamaya başlamışlar Şahan Hafız için. Kasap bir miktar et vermiş. Fırıncı onu altı ekmeğin içine koyarak pişirmiş. Pidelerin içine bir miktar da fare zehiri koymuşlar.
Şahan Hafız’a, “Sana bir ikramımız var, senin için pide hazırladık. Fakat pideleri şehir dışındaki pınarın başında yemen şartıyla veriyoruz sana” demişler.
Şahan Hafız elinde bastonu ile bir ileri bir geri sallanırken yine bildik cümlesini tekrarlamış: ”Ne yaparsan kendine!”
Şehrin dışında, mesire yapmak için kullanılan alanda bulunan çeşmenin başına gitmek üzere yola çıkan Şahan Hafız yolunu hayırsever bir teyze kesmiş. Ona çökelekli bir dürüm vermiş. Hafız bildik ona da “Ne yaparsan kendine” demiş.
Çeşme başında tam da etli pideleri yemek üzere çıkınını açarken, bir minibüs durmuş. İçinden iki genç inmiş.
Şahan Hafız’ı tanıyan gençlerden birisi fırıncının, diğeri ise kasabın oğluymuş. Gelip Hafız’ın boynuna sarılıp hal hatır sormuşlar.
O arada Şahan Hafız’ın önündeki çıkın ve pideler gençlerin dikkatini çekmiş. “Sabahtan beri karnımız aç. Bunlardan biraz verir misin?” demişler.
Şahan Hafız, çökelekli dürümü kendisine ayırıp pidelerin tamamını gençlere ikram etmiş.
Gençler pideleri yiyerek ilçeye doğru gitmişler.
Pidelerden dördünü fırıncının oğlu, ikisini ise kasabın oğlu yemiş.
Biraz sonra gençlerde karın ağrısı başlamış.
Bütün tedavi çabalarına rağmen fırıncının oğlu ölmüş.
Cenaze namazına her şeyden habersiz Hafız Şahan da katılmış. Fırıncı ve kasap çok üzülmüşler, dövünmüşler.
Şahan Hafız vefat edinceye kadar kendisine iyiliği dokunan herkese, “Ne yaparsan kendine!” demeyi sürdürmüş.
İyilik ya da kötülük, herkes, “Ne yaparsa, kendine!”