Bu soruyu gereksiz bulacağınızı biliyorum. Müstehzi bir tavırla –varsa- bıyık altından bir gülümseme atıp “ölümün yeri ve zamanını biz mi belirliyoruz sanki?” diyeceğinizden eminim. Bu konuda sizinle hemfikir olduğumu söyleyebilirim. Ama bazen de ölüme ait bizi dizi seçim haklarımız var. Tamamen şans değil yani…
Hadisi Şerifte Allah resulü (s.a.v) “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” diye buyuruyor. Yani yaşadığımız hal bizi ölürken de bırakmıyor. Bu konuda bu satırları okuyacak herkesin anlatacağı yaşanmış ve birbirinden ilginç birçok anısı vardır. Hepsi de hadisi şerifi doğrulamaktadır. Gerçi bir hadisi test etmiyoruz. İnandık, iman ettik ve doğruluğunu da tasdik ettik. Lakin bunu görmek de ayrı bir iman lezzeti veriyor.
Bundan yıllar önce kurban bayramlarının en ciddi gündemi deri kavgalarıydı(!). O dönemi yaşayanlar bilirler. Yıl boyu İslam’a hakaret edenlerin kurban bayramında derilere nasıl da çöktüğünü bilmeyen yoktur. Antalya'nın yerel bir televizyon kanalında oranın Türk Hava Kurumu başkanı “Deriler benim, kimseye kaptırmam” diye feveran edip meydan okurken kalp krizi geçirip ölmüştü. Hem de canlı yayında… Hayatın ve ölümün sahibini unutup ona karşı savaş ilan etmek ve O’na meydan okurken acizliğini tüm dünyaya ilan edercesine nefesini kısıvermeleri ne kadar da manidar değil mi? Bu olay üzerine “ölüme günah üzere yakalanmak” diye bir makalenin de yazıldığını hatırlıyorum.
Geçen hafta Manisa'da Filistin ve Gazze konusunda bir program düzenleniyor. Programda yıllar önce tanıştığımız, birçok ortak çalışmada beraber olduğumuz kıymetli dostum Resul ERSÖZ bir konuşma yapıyor. Neler söylediğini bilmesem de neler diyebileceğini tahmin ediyorum. Konuşmanın bitiminde kalp krizi geçirip vefat ediyor.
Vefat haberi bizi gerçekten üzdü. Dertli insanı bulmak her zaman kolay değildir. Uzun yıllar öğretmenlik ve idarecilik yaptıktan sonra üniversiteye geçmişti. Elbette daha çok yapacağı ve anlatacağı gerçekler vardı. Tüm plan ve hayalleri altüst eden takdir-i ilahi yetişiyor ve veda vakti geliyor. “Mukadderat” diyoruz biz. Zaten ebedi kalmayacağımızı biliyorduk. Ölüme hazırdık. Ama önemli olan nerede ve hangi amellerle gittiğimizdi. Bunu görüp düşününce de içimizdeki hüzün dağılıveriyor.
Ümmetin yanan bir coğrafyası var. Yürekler paramparça… Sadece seyretmenin, derin bir iç çekip beddua etmekten başka bir çarenin olmadığı acziyetler zinciri Gazze... İşte Resul hocam burada mikrofonu alıyor ve hissiyatını dile getiriyor. Yani derdiyle dertlendiği MEŞHED’E ait duygu ve düşüncelerini söyleyip ümmete çağrı yaparken Azrail’le tanışıyor. Birçok insan ümmetin derdiyle dertlenir. Ama bunu aşikâr edecek insanları bulmak zordur bazen.
Hissiyatının heyecanına kendi kalbi de dayanamamış olmalı ki nasıl olsa bitecek bir hayatı bu hal üzere noktalamış. Her halükarda gidilecek olan yeni bir dünyaya, bugüne kadar giden milyarla gibi çekip gitti. Ama orada “en son yaptığın neydi?” diye sorarlarsa utanacağı bir şey yok. Gerçi biz onun dünyada Mümin, muvahhit bir kul olduğuna, muttaki bir hayat yaşama konusunda azimkâr olduğuna şahitlik ederiz. O ölümüyle de bizim düşüncelerimizi perçinlemiş oldu. Allah'ın başka bir lütfu olarak biz Resul hocamı birçok hatıralarının yanında böyle bir ölüm haberi ve şekli ile de hatırlayacağız.
Rabbim rahmetiyle muamele eylesin…
Selam olsun güzel yaşayıp güzel ölmeyi başaranlara…