Narin Olayı Toplumumuzun Gerçek Yüzünü Gösterdi
Günlerdir, haftalardır bir Narin olayı aldı başını gidiyor.
Türkiye’nin tek bir sorunu varmış gibi tüm mecralarda; ister internetteki haber sitelerinde, ister sosyal medyada, ister televizyonlarda hep bu konu konuşuldu.
Zaten biz millet olarak çok meraklıyız.
Eğer bir olayda soru işaretleri varsa hele ki çoksa bu olayları merak etmek, olayların nedenini, niçinini ve sonucunu araştırmak bizim genlerimizde var.
Bunu bilen reyting canavarları, tıklanma sevdalıları bu olayı günlerce lastik gibi uzatıp, önünde profesör yazan, doçent yazan, en azından doktor yazan kocaman insanları ekranlara çıkartmayı kendilerine vazife sayıyorlar.
Bu olaylara ihanet, şehvet, aşk gibi kavramlarla senaryolar çizilince toplum olarak bu vakıayı ağzı açık takip ederiz.
Sonuçta bu bir basit aile içi hesaplaşmanın neticesinde ortaya çıkan bir olay.
Elbette bu olay aydınlanacak.
Çünkü her cinayet bir iz bırakır ve insanların vicdanı da er geç bir gün dile gelir.
Şimdi bu olayda iki durum ortaya çıktı;
En başta hep olayın gidişatı araştırılmaya çalışıldı.
Narin’i kim katletti?
Narin niçin katledildi?
Aşk ilişkisi mi vardı?
Yoksa başka bir sebep mi vardı?
Narin katledilirken yanında kimler vardı?
Narin ne zaman katledildi?
DNA sonuçlarında neler vardı?
Narin’in babası cidden şu anki babası mı?
Vs, vs.
Hep bu sorulara cevap bulunmaya çalışılırken neden toplum olarak artık çocuk katliamları bilhassa kız çocuğu katliamları artıyor sorusuna kimse cevap aramadı.
Aslında ekranda biz büro detektiflerini, Adlî Tıp Uzmanlarını, emekli Emniyet Müdürlerini, hukukçularını görmek istemiyoruz.
Biz bu olayların oluşmasındaki sebepleri sunacak uzman isimler istiyoruz.
Biz bataklığın nasıl kurutulacağını araştırmıyoruz da bataklık nasıl oluştu, hangi etkenler oluşturdu sorularına cevap bulmaya çalışıyoruz.
İşte en büyük hatamız bu bizim.
Biz popüler bilgilerden hoşlanan ama gerçek bilgileri kulak ardı bir toplum haline geldik.
Bir de neden hep Narin konusunda odaklandık?
Sıla bebek, Narin olayından daha da vahim olmasına rağmen ekranlarda bunu göremedik.
Çünkü dediğim gibi biz popülist bir toplum olma yolunda emin adımlarla gidiyoruz ama toplum neden bu hale geldiğini sorgulamıyoruz.
Bir de olayın dezenformasyon açısından da bakarsak, cidden toplum olarak biz köy kahvelerini aratmıyoruz.
Bu Narin olayında ne kadar çiğ, sıradan yalanlarla karşı karşıya kaldık ki, hangi birisini anlatalım.
Köyün imamı mı karalanmadı?
Narin ailesi HÜDAPAR’lı diyerek milleti HÜDAPAR’a karşı kışkırtmadıkları kalmadı?
Ahırın altında DEAŞ’a ait cephane var diyerek hükümeti zor duruma sokmaya çalışmadılar mı?
Çeşit çeşit senaryolar çizilerek belki de masum kişiler karalanmaya çalışılmadı mı?
İnsanlar gözaltına alınabilir, çünkü bu bir hukuki bir durumdur.
Gözaltına alma, hukuki niteliği itibariyle bir koruma tedbiridir. Koruma tedbirleri, ceza muhakemesinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi, delillerin korunması ve mahkemece verilecek hükmün infaz edilebilmesi için başvurulan yargılama tedbirleridir.
Hal böyleyken, her gözaltına alınan şahısları suçla itham etmek olmaz. Onlar hakkında karalayıcı senaryolar çizmek kesinlikle hakkaniyetli olmaz.
Peki, boş yere lekelenen insanlara ne olacak?
Temiz insanlara sosyal medya üzerinden ya da haber sitelerinden çamur atanlar ne olacak?
Yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?
Ya o mâsum insanlar nasıl aklanacak?
Bizim adalet sistemi bu konuda tamamen dumura uğramış durumda.
Sonuç olarak bu Narin olayı bize gösterdi ki, biz toplum olarak cidden bozulmaya yüz tutmuşuz.
Biz neden bu hale geldik diye kendimize sormaktan epey uzağız.
Bir taraftan ağzımız açık olayı takip ederken, bir taraftan da dedikodu kültürüyle milleti karalamak bizim hücrelerimize kadar inmiş.
Demek ki, bize kitle iletişim araçları çok zarar verdi ve toplum olarak biz bunların altında ezildik ve toplum çok kötü şekilde kimlik değiştirdi.
Niçin değiştirdi?
Çünkü ne Kur’an ahlâkı ile ahlâklanıyoruz ne de sünnete sarılıyoruz.
Şu an durum böyleyse daha sonra nasıl olacak, onu bile düşünmek istemiyorum.