Bilardo oynamasını bilmiyorum. Semih Saygıner'in ismini de ilk defa şimdi sizden duydum. Buna karşılık, bilardoda "ince görmek" diye bir deyimin olduğunu biliyorum. Kitaba uygun ve itibarlı bir ömür istiyorsak, hayatımızın her alanında/anında, "ince görmek" zorundayız. İnce görmek, bana kalırsa, Kalın Türk olmakla aynı kapıya çıkıyor.
Bundan iki bin sene önce Antik Yunan'da yaşıyor olsaydım ve "Savaş tanrısı, gel, dövüşelim seninle" gibi bir dize yazsaydım, muhtemelen türlü işkencelere maruz kalırdım. Ama bugün, "A, ne güzel olmuş" diyorlar.
Örnekten de anlaşılacağı gibi, ilahi olmayıp da insan kaynaklı olan her şey zamanla değerini kaybediyor, başkalaşıyor, bir ucubeye dönüşüyor.
Sözgelimi, Batı destekli birtakım özel çabalarla, ahlak kaidesinin yerine etik kavramını yerleştirmeye çalışıyorlar. Öyle ki, gazetesinde anadan üryan kadınların fotoğraflarını yayınlayan bir gazete patronu, üstelik hırsızın teki, etik değerlerden söz edebiliyor. Hatta bu değerlerin savunuculuğuna bile soyunabiliyor. Veya mankenlik mesleğinin etik değerleri olduğunu falan duyuyoruz. Oysa ahlaklı biri, gazetesinde çıplak kadınların fotoğraflarını yayınlamaz. Yetim hakkı yemez. İffetli bir kadın mahremini teşhir etmez. Dininin haram kıldığı şeylerden uzak durur.
İnsanın yerine bireyin monte edilmesi de böyle bir şey. Ahlak ve İnsan gidiyor, yerine Etik ve Birey geliyor.
Kelime oyunu yaptığımı düşünenlere de yardımcı olmam gerekiyor: "Gülmekten öldüm" demekle, "Öldüm, çünkü seviyorum gülmeyi" arasındaki fark, ilk bakışta tam olarak anlaşılmayabilir. Çünkü her iki cümlede de gülmek ve ölmek kelimeleri vardır. Oysa ilkinde eğlenceyi arayan ve bulan birisi, ikincisinde ise Allah'a kavuşma isteği bulunmaktadır. Ahlak ile etik, İnsan ile birey arasındaki fark da işte bu kadar keskindir.
İnsan, Allah'ın yarattığı bir kul iken; birey, sistemin ürettiği bir şey gibi durur. Bir nevi makine: Neredeyse tek derdi, çalışmak, mesleğinde zirve yapmak, hayat standartlarını yükseltmektir. İstekleri hep kendinedir: Daha iyi bir ev, daha lüks bir araba, daha kabarık bir banka hesabı vs. Bunu gerçekleştirmek için de, mutluluğunu, başkalarının mutsuzluğu üzerine kurmaktan çekinmez.
İnsan harf ise, birey rakamdır. Biri maneviyat ise, diğeri maddiyattır. Biri suya azizlik payesi verir, diğeri "iki hidrojen, bir oksijen" der vs.
Modern çağın, kapitalist sistemin, laik düzenin inşa etmeye çalıştığı işte bu bireye; ahlak ve maneviyattan bahsetmek, kış mevsiminde soğuk su satmaya benziyor. Yazın da boğazlı kazak... Takdir edersiniz ki, bu da pek kârlı bir iş değildir.
Hüseyin Kazım Kadri, İmparatorluğun Tasfiyesi isimli eserinde; "Başımıza gelenlerden korkmadığımız için, bütün korktuklarımız başımıza geldi" diyor. İstiklal Marşımızın "Korkma" diye başlaması ise meselenin bir başka yönü. Osmanlı askerinin bir diğer adı da Asker-i İslam'dı. Yani İslam Askeri... İstiklal Harbi'ne işte bu asker katıldı. Bundan dolayıdır ki, Yahya Kemal, 30 Ağustos zaferinden (Büyük Taarruz) dört gün önce, 26 Ağustos 1922'de yazdığı şiiri/duayı, "Galip et çünkü bu son ordusudur İslam'ın" diye bitirir.
Yahya Kemal'in samimiyetinden elbette şüphe etmem. Hatta "bu son ordusudur İslam'ın" diyerek ileriyi görmüş olduğunu bile iddia edebilirim.
Buradan şuraya geçelim:
Her fırsatta söylüyorum, yine söyleyeyim: Bir insana hak ettiğinden daha fazla değer verirseniz, o insan önce sizi tanımaz.
Batı dünyasıyla münasebetimiz de işte böyle oldu. Hıristiyan Batı'ya o kadar değer verdik, onlar gibi olmaya öyle özendik ki, şimdi bizi tanımıyorlar.
Atalarımız boş yere, "Başkasının avucundan su içen kanmaz" dememiş. Batı'nın elinden/kaynaklarından içtiğimiz su, hem içimizi yaktı, hem de bize kötü huylar/alışkanlıklar edindirdi.
"Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön" diyen şairin de dediği gibi; acilen ve ihtiyaçtan, tekrar kendi kaynaklarımıza, ahlakımıza, insanımıza dönmemiz gerekiyor.
Çünkü o ellerden bize gelecek hiçbir iyilik yok.
Şarkıya dön, Şarka dön gibi geliyor bana...