Türkiye'nin Libya'da uluslararası meşruiyeti olan UMH (Ulusal Mutabakat Hükümeti)'nin daveti üzerine orada barışı tesis etmek üzere teknik, ekonomik ve askeri yardımlarda bulunması ve bu sayede darbeci hafter ve taraftarı terörist grupların kaybetmeye başlaması üzerine, önce Mısır sonra BAE ve Suudi Arabistan ve asıl olarak Fransa, Türkiye'ye karşı seslerini yükseltmeye ve suçlamaya başladılar.
Suçlamaların temel nedeni oradaki menfaatlerinin kesilmesi, dur denilmesi. Libya üzerinden her türlü değerli madenin, uranyum vb nükleer kaynakların, para ve silahın illegal yollarla ticaretinin, kaçırılmasının önüne geçilmesi bazı sömürgeci zihniyetli devletleri ve onların sömürgesi ve maşası durumundaki bazı devletçikleri çok rahatsız etti. İşin içinde bir de petrol ve doğal gaz olunca, daha da rahatsız oldular. En can alıcı nokta ise, Türkiye'nin ana aktör olmasını hiç hazmedemediler.
Tabii şu an küçük Napolyon rolü kesmeye çalışanlara, öykündükleri Napolyon'un (Napoléon Bonaparte) ilk yenilgisini bir Osmanlı Paşasından aldığını ve sonunun bu savaşla başladığını hatırlatmakta fayda var.
Napoléon Bonaparte
Napoléon Bonaparte, aslında bir İtalyan ailesinin çocuğu olarak Korsika'da doğmuştu. Fransızca'yı sonradan öğrendi ve Fransız ordusuna girdi, zekası ve cesareti ile hızla yükseldi, bütün Avrupa'yı korkutur hale geldi ve İngilizlere karşı ekonomik ve siyasi üstünlük elde etme amacıyla bir Osmanlı eyaleti olan Mısır'a saldırdı. Amacı hem baharat yolunun kontrolünü sağlamak hem de İngilizlerin Hindistan bağlantısını kesmekti.
Piramitler Savaşını gösteren Fransız tablosu
Napoléon Bonaparte komutasındaki Fransız Ordusu 1798'de Mısır'ı işgale başlayınca, Piramitler Savaşı olarak adlandırılan, Mısır'da ki Memlük beylerinin komutasında yaklaşık 50.000 kişilik düzensiz orduyu, ellerindeki modern ateşli silahlar ve toplarla yendiler. Osmanlı Devleti Cezzar Ahmed Paşa'dan bölgede yığınak yapmasını istedi. Bu arada Bonaparte, El-Ariş, Gazze ve Yafa'yı işgal etmiş, Mart 1799'da Akkâ önüne gelmişti. Ancak, iki aydan fazla süren kuşatma, Osmanlı Donanması ve Nizam-ı Cedid ordusundan destek gören Cezzar Ahmet Paşa'nın güçlü savunması karşısında başarısızlıkla sonuçlandı. Napoléon, 21 Mayıs 1799'da Akka'dan çekilmek zorunda kaldı.
Cezzar Ahmed Paşa’nın karşısında ilk yenilgisini yaşayan Napolyon: "Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim!" sözünü söylemiştir. Cezzar Ahmed Paşa ise 1804'te ölümüne kadar Akka Beylerbeyliği görevini yürütmüştür.
Rosetta Stone (Raşid Taşı)
Napolyon, Mısır'a çok sayıda arkeolog, botanikçi, zoolog, coğrafyacı ve ressam getirmişti. Mısır’ın bütün kaydadeğer eserleri, cağrafyası, tarihi kalıntıları, böcekleri, hayvanları ve hatta bitkileri resmedildi. Çözülmeyen hiyeroglif levhalar kopyalandı. Nil Deltası’ndaki Raşid (Rosetta) mevkiinde ünlü Rosetta Taşı’nın bulundu ve üç dildeki bu metnin sayesinde eski Mısır hiyeroglifinin çözüldü. Hiyeroglif Kıptice yazıtın en üstünde Yunanca kitabe, altında Helenistik devrin Dimetiki denen Kıpticenin Yunan harfleriyle yazımı bulunuyordu.
Ustulca da Nakşibendi Tekkesi, Osmanlı Dönemi
Cezzar Ahmed Paşa, Bosnalı olup çeşitli kaynaklarda 1708, 1720, 1722 veya 1735’te doğduğu ileri sürülmektedir. Bosna'da Stolac (Ustulca) şehrinde doğmuştur. Stolac hala Boşnak Müslümanların çoğunlukta olduğu şirin beldelerden birisidir. Mostar'ın güneydoğusunda yer almaktadır.
Ustulca (Stolac) , Bosna
Cezzar Ahmed Paşa, gençliğinde değişik mesleklerde çalışmış, berberlik yapmış, askerlik yapmış ve en sonunda Bosna Valisi Hekimoğlu Ali Paşa’nın hizmetine girip onunla birlikte Mısır’a gitmişti (1756). Orada iken memlük grupları arasındaki çekişmelere katılmış, kendine yer edinme gayretleri dolayısıyla Mısır’ın sosyal ve idarî yapısını yakından tanımış ve bu durum ona hayatının ileriki yıllarında karşı karşıya kaldığı meselelerin hallinde büyük tecrübe kazandırmıştır. Sayda ve Şam valilikleri sırasındaki faaliyetleriyle, bu topraklarda merkezî idareyi kuvvetlendirmek isteyen Osmanlı hükümetine genel olarak bağlı kalıp nüfuzunu arttırmış ve karışık bir sosyal yapıya sahip iktisadî bakımdan son derece önemli bu geniş bölgeyi otuz yıl gibi uzun bir süre idare etme başarısını göstermiştir.
Cezzar Ahmet Paşa
Mısır’da bir müddet Hekimoğlu Ali Paşa’nın yanında kalan ve bu sıralarda Boşnak lakabıyla anılan Ahmed Bey, 1758’de Emîrülhac Sâlih el-Kāsımî’ye kapılanıp onunla birlikte hacca gitti. Ardından Mısır Kahire şeyhülbeledi abaza asıllı Bulutkapan Ali Bey’in nüfuzlu adamlarından Buhayre kâşifi (sancak beyi) Abdullah Bey’in hizmetine girdi. Onun Hunadi aşiretine karşı yaptığı seferde öldürülmesi üzerine Mısır’da bağımsız bir idare kurmaya çalışan Ali Bey tarafından Buhayre kâşifliğine getirildi. Buhayre, Kahire ile İskenderiye arasındaki bölgenin adıdır.
Abdullah beyi şehid eden bedevilerle yaptığı savaşlarda birçok kişiyi develeriyle birlikte öldürdüğü için kendisine “deve kasabı” anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verildi.
Kısa zamanda büyük şöhret kazanan Cezzâr, Bulutkapan Ali Bey’in yakın adamlarından biri oldu; hatta onun on sekiz has memlükü arasına girdi. Bundan sonra Memlük beyleri arasındaki entrikalara karıştı, Kahire’de barınamayacağını anlayınca İstanbul’a kaçtı; ardından gizlice Kahire’ye döndüyse de Ali Bey’in baskısı sonucu orada da fazla kalamayarak Halep ve Şam taraflarına geçti. Önce bölgedeki güçlü hânedanlardan Şihâboğulları’na sığındı, sonra da Şam muhafızı Osman Paşa’nın hizmetine girdi. Bölgede büyük bir isyan çıkaran Zâhir el-Ömer ile yapılan mücadelelere katıldı. Zâhir el-Ömer’in müttefiki olup Akdeniz’de faaliyet gösteren Ruslar’ın Beyrut’u topa tutması üzerine hemen buranın imdadına koştu ve Şihâboğulları’ndan Beyrut hâkimi Emîr Yûsuf tarafından Beyrut mütesellimliğine getirildi. Cezzâr’ın niyeti Beyrut’a hâkim olmaktı, hatta bu maksatla bazı hareketlere de teşebbüs etmişti. Onun davranışlarından şüphelenen Emîr Yûsuf Beyrut’u terketmesini istediyse de Cezzâr bunu kabul etmeyip savunma hazırlıklarına başladı. Emîr Yûsuf önce eski düşmanı Zâhir el-Ömer’den yardım istedi, daha sonra da Ruslar’a başvurdu. Karadan ve denizden kuşatılan Beyrut’ta bir müddet dayanan Cezzâr gizlice Zâhir el-Ömer ile anlaştı ve teslim şartlarını da Şihâboğulları’na bildirdi. Teklifin kabulünden sonra Beyrut’tan çıkarak Mısır’da iyice kuvvetlenen Ebü’z-Zeheb Muhammed’e karşı kendisinden faydalanmayı düşünen Zâhir el-Ömer’in yanına gitti. Fakat burayı da kendisi için tehlikeli gördüğünden gizlice Akkâ’dan kaçıp Şam Valisi Osman Paşa’ya sığındı.
Afyonkarahisar Kalesi
Gerek burada gerekse daha önce Beyrut’ta Osmanlı hükümetine bağlılık bildirmiş olduğundan onun bu sadakatinin karşılığı olarak kendisine Rumeli beylerbeyiliği pâyesi ve ardından Afyonkarahisar mutasarrıflığı verildi; 1775’te Zâhir el-Ömer’in bertaraf edilmesinden sonra da vezirlik rütbesiyle Sayda valiliğine getirildi. Böylece Cezzâr’ın hayatında yeni bir dönem başlamış oldu. O artık bulunduğu mevkii sürekli olarak koruyup bölgedeki âsi aşiretler, nüfuzlu yerli beyler, hatta valilerle mücadele ederek otoritesini kabul ettirmeye, bunu yaparken de Osmanlı hükümet merkezini dikkatle takip etmeye çalışacaktı.
Cezzar Ahmet Paşa
Boşnaklar, Arnavutlar ve Kuzey Afrikalılar’dan teşkil ettiği Memlükleriyle güçlü bir askerî kuvvet kuran Cezzâr bölgedeki âsi urbân ve aşiretlerle mücadeleye başladı; uyguladığı sert tedbirlerle onları iyice sindirdi. Mısır’ın durumu hakkındaki raporları devlete bağlılık şeklinde yorumlanarak Şam valiliğine getirildi (1780). Daha sonra da Mısır’da durumun karışıklığı göz önünde tutularak yeniden o tarafa yakın bulunan Sayda eyaletine nakledildi. Bundan sonra Osmanlı hükümetinin onun hakkındaki tereddütlerine rağmen birkaç defa emîrülhaclık görevi Şam valiliğiyle birlikte kendisine verildi. Gerek Şam gerekse Sayda valilikleri sırasında sürekli olarak Akkâ’da oturan Cezzâr, baskısı altında bunalmış olan memlük gruplarının çıkardıkları isyanı bastırdıktan sonra Akkâ’daki mevkiini daha da güçlendirdi.
Akka Kalesi
Akkâ, Sayda ve Beyrut’ta ticarî faaliyetleri kontrolü altına aldı, çok gelir getiren ve Avrupalı tüccarların gözde malları olan pamuklu, hububat ve ipekli ticaretini tekeline geçirdi. Bu iktisadî güç siyasî kudretinin de anahtarı oldu. Onun bu faaliyetleri özellikle Fransızlar’ı çok ürküttü; ticarî menfaatleri zedelenen Fransızlar, ileri gelen zengin hıristiyan Arap burjuvaları, daha alt kesimi oluşturan müslüman grubun büyük desteğini kazanmış olan Cezzâr hakkında menfi propagandaya giriştiler. Hatta bizzat İstanbul’daki Fransız elçisi Cezzâr’ı III. Selim’e şikâyet etmişti. Bir süre sonra Fransızlar karşılıklı menfaat çerçevesinde onunla iyi münasebetler tesisine çalışmaya mecbur oldular. Nitekim 1782-1785 yıllarında yeni Fransız konsolosu Renaudot zamanında münasebetlerde kısmî bir iyileşme görülmüş, yeni Fransız kolonileri kurulmuştu. Fakat bu yakınlaşma Napolyon Bonapart’ın cüretkâr siyasetiyle yepyeni bir şekil kazandı.
Cezzar Ahmet Paşa ve Napolyon Bonapart
Mısır’ı işgal eden Napolyon’un bu hareketine büyük bir tepki gösteren Osmanlı hükümeti, yapılan müzakereler sonucu, Mısır’ı çok iyi tanıyan Cezzâr’ı Mısır seraskeri olarak tayin edip gerekli asker ve malzeme yardımı göndermeyi kararlaştırdı. Cezzâr yeni kazandığı Mısır seraskerliği unvanının önemini ve kendine sağlayacağı avantajları çok iyi biliyordu. Nihayet Mısır’da sıkışan Napolyon Bonapart Suriye bölgesine ilerleyip bu bölgenin kilidi durumundaki Akkâ’yı zapta karar verdi. 19 ve 20 Mart 1799’daki hücumlarla başlayan Akkâ muhasarası sırasında İngiliz donanmasından da yardım gören Cezzâr bunlara şiddetle karşı koydu.
Napolyon Akka kalesine dayandığında Cezzar Ahmet Paşa'ya şöyle bir mektup yazar;
"İşte kalenin surları önüne geldim. İhtiyar bir adamın kalan birkaç günlük ömrünü almak bana bir şey kazandırmaz. Seninle savaşmak istemiyorum. Benimle dost ol ve kaleyi bana teslim et."
Cezzar Paşa'da mektubu şöyle cevaplar;
"Allah’a hamd olsun gücümüz yetiyor ve elimiz silah tutuyor. Geri kalmış birkaç günlük ömrümüzü de küffar ile cenklerde geçiririz."
Napolyon bu cevabı aldıktan sonra yanındakilere "Anlaşıldı, bu ihtiyar birkaç günümüzü heba edecek ama merak etmeyin, iki gün sonra şehrin ortasındayız." der ama 64 günlük kuşatmadan bir sonuç alamaz.
Kuşatma sırasında Cezzar Ahmet Paşa'ya bir elçi daha gönderir ama şu cevabı alır. "Devlet bizi bu kaleyi teslim etmek için vezir yapmadı. Ben Cezzar Ahmed Paşa şehidlik mertebesine ulaşmadan bir karış toprak vermem."
Bu cevaptan sonra iyice köpüren Napolyon gece gündüz toplarla kaleyi dövdürür ama sonuç alamaz. Kuşatmada yeni kurulmuş Nizâm-ı Cedîd askerine mensup bir kuvvet Akkâ’da bulunduğu gibi İstanbul’dan da donanma ile yeni askerî kuvvetler gönderilmişti. Cezzar’ın 3000 kişilik Nizam-ı Cedit birliği ile kaleden çıkması ve kendi askerinin de yardımı ile düşman hatlarını dağıtması, savaşın kaderini belirledi. İngiliz donanmasının da kıyı boyunca Fransız kuvvetlerini top ateşine tutması ile iki ateş arasında kalan Napolyon’un askerleri, bozguna uğrayarak Mısır’a kaçtı. Zafer haberi üzerine, İstanbul’da büyük şenlikler düzenlendi. Cezzar’ın adı ve kazandığı zafer bütün Osmanlı ülkesinde duyuldu
Fransızların bu başarısızlığı İstanbul’da büyük bir sevince yol açmış, Cezzâr ve adamlarına, savaşta yararlılığı görülenlere dağıtılmak üzere çeşitli hediyeler gönderilmişti. Fakat Osmanlı hükümetinde, dolayısıyla da III. Selim’de Mısır’ın Cezzâr tarafından ele geçirileceği endişesi hâkimdi. Nitekim Mısır’a sadrazam ve serasker gürcü asıllı Yûsuf Ziyâ Paşa ordu ile gönderilmiş, kendisine büyük yetkiler tanınacağını ümit eden Cezzâr ise bu durumdan huzursuz olmuştu. Yûsuf Ziyâ Paşa’nın dönüşünden sonra Cezzâr’ın Yafa’yı ele geçirip (1802) Nablus emîriyle mücadeleye girişmesi alenî isyan olarak yorumlandıysa da, Vehhâbî tehlikesi yüzünden affedilerek Hicaz seraskerliğiyle Şam valiliğine getirildiği gibi Mısır işleri de kendisine bırakıldı. Artık Osmanlı hükümeti bu sıralarda oldukça yaşlanan Cezzâr’ı bir tehlike olarak görmemeye başlayıp bu bölgede ondan sonraki durumu ve takip edilecek siyaseti belirlemeye çalışacaktı. Böylece Cezzâr, iyice yaşlandığı bu tarihlerde istiklâle kadar gidebilecek çok geniş bir nüfuz sahasını idare fırsatını yakalamış oluyordu. Fakat bu elverişli durum fazla sürmedi, Cezzâr Ahmed Paşa bir süre sonra her bakımdan geliştirip kendisine merkez yaptığı Akkâ’da vefat etti (23 Nisan 1804). Kendi adıyla anılan yaptırdığı camiinin haziresine defnedildi.
Cezzar Ahmet Paşa Camii, Akka, Filistin
Cezzar Ahmed Paşa zeki, cesur bir komutan ve dirayetli bir yöneticiydi. Geceleri kıyafetini değiştirerek halk arasında dolaşır, haberler toplar, önlemlerini ona göre alırdı. Bu nedenle de kimileri sihirbaz olduğuna hükmederler, halk arasında ise keramet sahibi olduğuna inanılırdı.
Cezzâr Ahmed Paşa, Akkâ, Sayda, Beyrut gibi önemli merkezlerin iktisadî bakımdan gelişmelerini sağlamış; Akkâ’da biri kendi adını taşıyan altı cami, iki çarşı ve birçok han, hamam, çeşme, yedi su değirmeni yaptırmış, surları esaslı şekilde onartmıştır. Ayrıca bir taraftan Mısır ahvaline olan vukufunu her vesileyle Osmanlı Hükümetine gösterirken diğer taraftan giriştiği faaliyetlerini, askerlerinin özelliklerini, dindarlığını, idaresi altındaki şehirlerin durumunu, adaletini konu alan risâleler kaleme aldırarak mânevî nüfuzunu ve kutsî bir şahsiyet olduğunu yayıp bölgedeki otoritesini sürekli kılacak bir zemine oturtmaya çalışmıştır.
Kaynaklar:
İslam Ansiklopedisi
Biyografya
Timetürk
İlber Ortaylı
wikipedia