Namazla Diriliş Nasıl Doğdu?

Ahmet BULUT

Rabbimiz nasip etti iki bin altı yılında hacca gittim. Hac boyunca gurubumuzdaki kardeşlere en güzel hac yaptırabilmek için sohbet ediyordum. Her fırsatı ve mekânı değerlendirerek onları bilgilendiriyordum. Yine böyle bir sohbet sırasında Muhammed İkbal’in güzel bir hatırasını paylaştım kardeşlerle. İkbal, hacdan gelenlere sorar:

 

            —Hacdan ne getirdiniz? Hacılar cevap verirler:

            —Takke, tespih, seccade, hurma, zemzem vs. Başka ne getirecekler ki? Fakat İkbal bu soruyu sorarken onlara haccın özünü anlatmak ve onlarda meydana getirmesi gereken sonuçları anlatmak ister ve beklentisini şöyle ifade eder:

— Ben sizlerden Hz Ebu Bekr’in imanını ve sadakatini, Hz Ömer’in adaletini ve cesaretini, Hz Osman’ın hayâsını ve edebini, Hz Ali’nin ilmini ve şecaatini getirmenizi onların boyası ile boyanmanızı beklerdim.

İkbal’in bu hatırasını paylaştıktan sonra odama döndüğümde söylediğim sözler kulağımda çınlamaya devam etti. Ve kendi kendime dedim ki:

— Söylemek kolay, yazmak kolay, asıl olması gereken bunları yaşamak. Peki, sen ne götüreceksin? Sen kimin boyasıyla boyanacaksın diye tefekküre daldım.

 

            Uzun süre bu soru beni meşgul etti. Bu soruya cevap ararken bir gün Mescid-i Haram’da üçüncü katta ezan okunmadan önce tavaf edenleri seyrediyorum. Derken ezan okunmaya başladı. Bir taraftan ezanı dinliyor ve müezzine eşlik ediyorum bir taraftan da ezana icabet edip dört bir taraftan akın eden ve sel gibi Kâbe’ye akan müminleri seyrediyorum. Ezanla birlikte Mescid-i Haram lebalep doldu. Müminler yollara taştı. Bu manzara zihnimde şimşeklerin çakmasına, aradığım sorunun cevabını bulmasına vesile oldu. Evet, aradığımı buldum. Fakat gönlüme müthiş bir hüzün çöktü. Çünkü ülkemizde binlerce camimizde bu coşku yok. Sadece bayram namazlarında bu coşkuyu ve heyecanı yaşayabiliyoruz. Namazını kılamayan milyonlarca kardeşim var. Bunları namazla buluşturacak, cami ile barıştıracak bir çalışma başlatmalıyım.

 

Hüzünle sevinci bir arada yaşadım. Aradığımı bulduğum için sevindim. Ülkeme döndüğümde bu sefer farklı döneceğim, sahabenin İslamı tebliğ etme mesleğini bir konuda kendimi yoğunlaştırarak temsil etmeye çalışacağım. Fakat namazını kılamayan milyonlarca kardeşimi düşününce de gönlümü tarifsiz bir hüzün kapladı. Dua ettim. Rabbimden istedim. İşe dua ile başladım. Aradığımı bulmanın heyecanı ve bunu nasıl gerçekleştirebilirim düşüncesi hacdan dönünceye kadar beni boş bırakmadı. Birçok proje ürettim. Neler yapabileceğimi düşündüm. Bu çalışmayı kimlerle ve nasıl yürütebileceğimi planladım. Bu çalışmayı başlatabilmek için dönüşü gözlemeye başladım. Hac bitti ve ülkemize döndüm.

İlk önce ziyarete gelen arkadaşlara anlattım yapmak istediklerimi. Dinlediler. Nasıl yapacağımızı sordular. Anlattım. İşe oturduğumuz mahalleden başlamaya karar verdik. Namazı caminin dışında herkesin katılabileceği bir mekânda anlatacağız. Kadın- erkek, genç- ihtiyar, partili- partisiz, cemaatli-cemaatsiz her guruptan insanın rahatlıkla katılmasını arzu ediyorduk. Sıra organizeye geldi.

 

Organizeyi BİNDER (Başakşehir İnsan ve Çevre Derneği) ile planladık. Sıra namazı anlatacak, yüreği namaz için yanan hocalarla iletişim kurmaya geldi. İlk olarak o günlerde yeni okuduğum Sabah Namazına Nasıl Kalkılır kitabının yazarı Cemil Tokpınar hocayı aradım. İlk defa görüşmemize rağmen çok sıcak bir görüşme oldu. Ne yapmak istediğimi anlattım. O da daha neler yapabileceğimizi de ilave etti. Sanki aramamı bekliyormuş gibi çok verimli bir görüşme oldu. Buradaki tevafuku Cemil Tokpınar Hocadan okuyalım:

 

—Namaz seferberliğine başladığımızda her derdimize deva vermesi ve hedeflerimize ulaştırması için Rabbimize hacet namazları kılarak dualar ediyordum. Bir nimete, bir başarıya kavuşunca da şükür namazı kılarak hamd ediyordum ki Rabbimiz daha fazlasını bağışlasın. Çünkü kim derdini Ona açarsa devasını bulur, kim şükrederse Allah nimetini arttırır.
Tarih 1 Şubat 2006 idi. Namaz seferberliği başlayalı yedi ay olmuştu. Çok muhteşem gelişmeler görmüştük, ama ne yazık ki hedeflerimize ulaşamamıştık. Güya altı ay içinde bir milyon kişiye ulaşacak, namazı ülkenin gündemine getirecektik. Güya bütün iletişim araçlarında namazdan bahsedilecekti. Olmadı, olamadı. Abdest alıp mescide çıktım. Ağlayarak hacet namazı kılıp uzun uzun dualar ettim. Bir nusret, bir fütuhat vermesi için Rabbime yalvarıp çalışma masama döndüm. Akşama yakın bir saatte Ahmed Bulut Kardeşim aradı. Hacdan yeni gelmişti, sevinmesi gerekirken mahzundu. Sebebini şöyle açıkladı:

 

—Kâbe’yi çevreleyen Mescid-i Haram’da ezan okununca insanlar akın akın namaza koşuyor. Aynı şekilde Mescid-i Nebevî’nin minarelerinden yayılan ezanlar asumanı çınlatırken sanki hayat duruyor, herkes mescitlerde toplanıyor. Peki, bizim ülkemizde niye böyle değil, diye kutlu topraklarda çok düşündüm. Doğru söylüyordu. Birkaç saat önce ben de aynı acıyla yanmış, yüreğimizi serinletmesi için Allah’a yalvarmıştım.
            —Haklısın, dedim. Namaz neden bizim ülkemizde öksüz ve garip? Neden camilerimiz boş? Neden hakkıyla sahip çıkılmıyor?
            —Hacda şuna karar verdim: Namaz panelleri yaparak topluma namaz şuuru aşılayalım, bu güzel ibadete teşvik edelim. Namaz için bütün ülkeyi ayağa kaldıralım.
Ne güzel bir teklifti bu. Namaz için proje arayan gönlüme bahar esintisi sunuyordu.
            — Ben varım, dedim. Hatta sadece panellerle kalmayalım, namaz için yüreği yanan hocalarımızla platform oluşturalım. Her vesileyle namazı anlatalım.

 

İkinci olarak on yıldır kütüphanemde bulunan fakat bir türlü okuyamadığım ve yine o günlerde okuduğum Namaz Bir Tevhid Eylemi kitabının yazarı Abdullah Yıldız hocayı aradım. Onunla da çok verimli bir görüşme oldu. Üçüncü olarak Vehbi Karakaş hoca ile görüştüm. Allah cc hepsinden razı olsun. Umduğumdan çok daha güzel bir tanışma oldu. İlk toplantıda bu üç güzel insan ve bendeniz konuşma yapmak üzere planladık.

Başakşehir’in en büyük salonunu toplantı için kiraladık. Bize tebessüm ettiler. “Böyle bir program için ne gerek var bu kadar büyük salona.” dediler. “Namazın da paneli ve konferansı mı olur?” “Daha mütevazı bir mekânda yapsaydınız olmaz mıydı? Zaten camilerde hocalarımız anlatıyor vs.” Enteresan bir nükte de salon sahiplerinden geldi. “Siz bu salonu dinleyicilerle doldurun, bundan sonraki bütün programlarınızda size ücretsiz olarak vereceğiz.” dediler.

Biz yapılması gereken her türlü çalışmayı yaptık. Gerisini Rabbimize havale ettik. Ama biz de çok heyecanlıydık. Acaba hazırladığımız bu program umduğumuz ilgiyi görecek mi? Programa ne isim verelim diye düşünürken “Namazla Diriliş”e karar verdik. 21 Eylül 2006 da ilk programımız gerçekleşti.

 

            Devamı gelecek yazıda inşallah…

            Kalbi dua ile…

            www.ahmet-bulut.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.