"Mustafa" filmi hakkında her şey!

xxx357

Bu ülke ki, kuruyemiş dükkanının camında "İthal Antep fıstığı geldi" diye yazılan bir ülkedir.

Böyle bir ülkede, bir reklam filmi çekildiğinde güzelim yerli kargalarımız yerine "ithal kargalara" rol verilmesi elbette kaçınılmaz olacaktır.

Belki görmüşsünüzdür; İş Bankası'nın bir iştiraki olan Anadolu Hayat Emeklilik bir reklam filmi çekmiş..

Tıpkı Can Dündar'ın "Mustafa" filminde olduğu gibi, "Küçük Mustafa"nın yani "Büyük Atatürk"ün Selanik'te karga kovalama sahnesinin canlandırıldığı bu reklam filminde "eğitimli bir karga" da rol alıyormuş.

Tabii, karga sesli bazı sanatçılardan daha iyi rol kesen bu sanatçı karganın hangi eğitimi aldığını açıkçası merak ettim.

İçimden "Acaba.." dedim: "Bu karga böylesine hassasiyeti mucip bir reklam filminde oynamak için bizim yerli gafil kargaların aksine, Atatürkçülükle mücehhez kılındı mı? İnkılap Tarihi dersinden çakmış mıdır? Emin Oktay'ın kitabındaki bibliyografyada mümtaz bir yer işgal ettiğinin farkında mıdır?"

Bilmiyorum, emekli olacağım yaşta da bileceğimi zannetmiyorum, hatta Anadolu Hayat Emeklilik kapsamında olsam da bilebileceğimi zannetmiyorum.

Evet, Türk İnkılap Tarihi'ndeki mümtaz ve müstesna yeri her Türk hatta Türkiye'de okuyan her ırk mensubu tarafından bilinen bu karga gerçekten mühim bir kuştur.

Üstelik "kuş beyinli" olarak nitelendirilmeyecek kadar "zeki" bir kuştur!

Kaldı ki, kendisini kovalayan "Küçük Mustafa" gibi gerçek manada devrimci olan birini "istismar" ederek yükselen bazı insanlardan daha zeki bir kuştur.

Bakın dünkü Zaman'da, dünkü zamanda yaşayan "modernler" ile bugünkü zamanda yaşayan "çağdaşlar" arasındaki farkı Herkül Millas ne de güzel fark etmiş.. Diyor ki Millas:

"Gittiği Batı'nın renkli kentlerini ('şehir' bu cümleye pek yakışmıyor), lüks otelin balkonuna çıktığında gördüğü bir barok katedralin çekiciliğini, şarabını nasıl uygun ısıda içtiğini anlatırken (hayranlık ve eziklik içimde aynı anda depreşir) çağdaş olduğuna kuşkumuz kalmıyor. Bu çağdaşlık doğal olarak laiklikle kol koladır. Şaraptan belli oluyor zaten. Ama dine de modern bir biçimde açıktır, Mimar Sinan'ın hayranıdır ve müezzin sesi ninesini anımsatır, örneğin.."

Devam ediyor Millas: "Oysa 'eski' olumlu kimseler farklı bir biçimde bilgili, olgun idiler. Kendi iyi yanlarını kendileri dile getirmezler, başkaları onlar hakkında iyi konuşurdu. Haktan yana laf etmezler, haksızlığa uğrayanın yanında dururlardı. Egoları şişkin değildi demek bile gelmiyor içimden, egoları yoktu sanki. Olgundular kısacası, ve bu olgunluğu sergilemeyi olgunsuzluk sayarlardı.."

Evet, bu karga meselesi ile Millas'ın yazdıkları arasında o kadar büyük bir bağlantı var ki..

Bu bağlantı şöyle var: Güya çağdaş olan bir takım kompleksli kişiler "kara kafalı karga" üzerinden bir metafor oluşturarak Atatürk'ü "Osmanlı gericiliğini kovan" bir lider olarak lanse etmektedir.

Elbette Osmanlı'da gericilik de vardı, tıpkı 2008'de Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşanmakta olan "ilerici gericilik" gibi..

Oysa gericilik ve ilericilik hakkında ileri geri konuşmanın, konuşana statü payesi kazandırdığı bir hayli "ileri" memleketiz biz!

Örneğin, Peygamberimizin Hayatı isimli bir kitabı öğrencisine tavsiye eden bir öğretmenin hayatını kaydırmak tam anlamıyla bir gericiliktir.

Türbeye gidip sadece dua etmek yerine kalkıp bir de tel örgüye "çaput" bağlamak ya da Anıtkabir defterine "Atam, bir güneş gibi doğup gel de bizi bu yobaz hükümetten kurtar" demek de bir gericiliktir.

Keza, inanca dayalı ritüellerini camide değil de cemevinde uygulamak isteyen bir Alevi'ye "Sen cemevine ibadethane diyemezsin" diye dayatmada bulunmak da gericiliktir.

Şuna da eminim ki Selanik halen bizim topraklarımız dahilinde olsaydı bu kişilerin yapacakları ilk icraat ne olurdu, biliyor musunuz? Ben söyleyeyim:

"Mustafa"nın karga kovaladığı tarlaya kutsiyet atfedip, bu topraklar üzerinde "bir güzel Cumhuriyet mitingi" tertip etmek olurdu!

Atatürk'ün en büyük devrimi olan Cumhuriyetimizi bugün kutluyoruz, bu anlamda saltanat yerine Cumhuriyet'e sahip olduğumuz için çok mutluyum.

Ama üzüldüğüm nokta, insanı "dellendiren" bu akılsızlıkların bu güzel rejimde de devam ediyor oluşu..

Örneğin, geçen hafta Star gazetesinin Pazar ekinde yazdığı bir yazıyla keşfettiğim Prof. İskender Öksüz bir başka yazısında meseleyi bakın ne de şahane "tefrik etmiş":

Atatürk: Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir..

Atatürkçü: Estağfurullah efendim, siz varken ilim ve fennin lafı mı olur?!