Müslüman (Müslim) özünü Allah'a teslim etmiş, O'na, peygamberlerine, kitaplarına, ahirete... iman etmiş, Allah'a itaatı imanın zorunlu sonucu bilmiş insandır. Bu insan iman edince, Müslüman olunca tarafını da seçmiştir; onun tarafı Allah rızasının gerçekleştiği ve bunu gerçekleştirenlerin tarafıdır. Allah'ı tanımayan, inkar eden, ortak koşan, bunlarla yetinmeyip inananlara karşı savaş halinde olan, onların varlık ve hürriyetlerini yok etmek için çaba gösteren, haksızlık yapan ve haksızlığa aldırmayan, ilâhî-fıtrî ahlak kurallarını alenen çiğneyen kimseleri toptan bir taraf olarak kabul edersek mümin işte bunun karşısında yer alanların (müminlerin) tarafındadır.
Bir tarafta yer alanlar, karşı taraf hakkındaki düşünce ve davranışları bakımından aynı değildirler. Kimileri kendi inancını (veya inançsızlığını) bütün zorunlu sonuçlarıyla birlikte yaşar, ama başka inanç ve hayat tarzı sahiplerinin de hak ve hürriyetlerine saygı gösterirler. Kimileri ise farklılığa tahammül edemezler, farklı olanların varlığını kendileri için tehdit olarak algılarlar (kendileri karşı tarafı yok etmek istedikleri için onların da fırsat bulduklarında bunları yok edeceğini düşünür ve bundan korkarlar), bu yüzden ya şiddet kullanarak veya hakları kısıtlayan rejimleri benimseyerek farklılığı ortadan kaldırmaya yönelirler.
Tarafsızım diyenlerin bu tutum ve davranışları insani ve ahlaki bakımdan problemli olmak yanında samimi de değildir; çünkü hem akıl, vicdan ve nasıl olursa olsun bir ahlak sahibi hem de tarafsız olmak mümkün değildir.
Hem teorik açıklamalara hem de ülkemizde ve dünyada olup bitenlere bakarak bir sonuca varmak gerekirse Müslümanlarda "karşı tarafa tahammülün, onların hak ve hürriyetlerini olabildiğince korumanın –öteki taraflara nispetle- önde olduğunu söylemek mümkündür.
Yurt dışına bakalım:
Yabancılar istenmiyor, yıllarca onlara hizmet etmiş, refah ve servetlerini arttırmış yabancılara verilen hak ve özgürlüklere karşı çıkılıyor, suyu sıkılmış limonlar gibi ülke dışına atılmak isteniyorlar. İbadetlerine, kıyafetlerine, camilerine, minarelerine, okullarına, iş ve ticaretlerine... tahammül edilemiyor.
Yurt içine bakalım:
Müslümanların varlık ve gelişmelerine tahammül edemeyen, kendi psikolojilerinin etkisiyle onları tehlikeli varlıklar olarak gören taraf, tabii olmayan yollardan elde ettikleri iktidarda olsun, tabii durumları olan muhalefette olsun din, hayat tarzı ve düşünce özgürlüğünü azami kısıtlamak için çaba gösteriyorlar.
İslam'a iman etmiş ve yapabildiği kadarıyla onu hayatına uygulayanların, iktidarda olsunlar, muhalefette olsunlar karşı tarafı (veya farklı olanları) ortadan kaldırmak gibi bir hedefleri olmuyor; çünkü kitapları buna izin vermiyor. Yalnızca yaşama hakkını vermekle yetinmiyorlar, diğer hak ve hürriyetleri de –öteki taraflara nispetle- daha az kısıtlıyor veya kısıtlama amacı güdüyorlar. Kısıtlamanın gayesi de farklıları zaman içinde zayıflatmak ve yok etmek değil, adalet, hakkaniyet, ahlak, kamu düzeni, genel sağlık gibi değerleri korumak oluyor.