Sende ve bende gizli bir varlık meselesi. Kıymetine değerler biçemediğimiz bir maddeci rûhun peşinde onlarca söylenen lâf u güzâf. Ama Hak bâkîdir ve Hakkı anlayan gönüllerin müşkili olmayacaktır.
“Melâli anlamayan nesle âşina değiliz." diyen Haşim’in mısralarındaki melâli yani sıkıntıyı anlamak dünyanın neresinde olursa olsun değerlidir. Bir haksızlığa, insan onuruna, Müslüman merhametine, başı dik duruşa indirilen her darbeye “Yâ Hak” diyerek ses yükseltmek Mevlâ’dandır. Bunu kalbe saplanmış ve her an acısı şiddetlenerek artan bir bıçak gibi taşımak ne ulvi bir edadır.
Geleceği beklemek ve geleceğin muğlaklığında boğulmaktansa neslimize değil aslımıza yön vermek lazım gelir. Ki kavî asıllardan, kavî nesiller hasıl olur. Bundan olsa gerek,
Sevdalar isterim ben , günlere dair
Yorulmamış, yakılmamış, yanan…
Bir gül gibi ağlamaklı ve masum
Gençler isterim; bana dair, bize dair
Bir istikbâlin gölgesinde neferler gibi.
Bekleyen mağrur bakışlı kuşların kanadı.
Sonra kalp sızısı ve Yusuf gömleği
Aşka dair… Kelimeleri ben dilinde
Lâl olmuş bir pejmürde, bir de can pazarında
Yanan yürekler isterim, soğumamış
Sevdasına sessiz, susamamış olmayan
Yaşam ve ölüm dedikleri bu keşmekeşte
Bilirim beni candan eden ilâhileri
Ansızın yüreklerde cevher misali kıymetli
Yanmada derman bulan bu garibin
Vîrânesinde saklarım, Mevlâ’da âşikâr
Olunagelmiş sönmeyen namazhâneleri…
Sonra yaşamak başlıyor; başka bir tadın, başka bir gölgenin altında. Neredeyiz gölgede mi yoksa gölgeyi edende mi? İnsan bir sûret gibi belli ve âşikâr; bir mecâz gibi sırlı , sessiz ve gölgesiz…
Ben garîbim, sen garîbsin bu dünya garîb…
Yani ben varım bu dünya ne kazandı, ben göçeceğim bu dünya ne kaybedecek? Dünya mevsiminin kaçıncı baharında ve hangi kışında ben garîb soluklanır? Bilinmez..
Bir hazine, çevrelenmiş gibi... Ten denilen askerlerin gönül denilen kalesinde. Okumak, öğrenmek ne kazandırır insana yani 2’ye bir iki daha eklemek her zaman kâr mıdır?
Günahın , sevâbın ve saflığın neresindedir okumak. Okudukça küçülmek, okudukça acze ulaşmak. Acz ile bir doğrulup dünyaya teslimiyetten bakmak… Kirlenmemiş, kirletilmemiş gönüller, genç dimaglar, sırrını sevdâsında saklayanlar…Neredeler?
Ya saklambaç oynuyor, gönül avutuyorlar ya da sis çok çökmüş seçilmiyorlar. Ama ordalar. Elleri ve ayakları bağlı bir mağara istiaresindeki bendeler… Bir sevda hayali kurulan. Bu vatana, bu toprağa, gönül ve ömür kardeşine, belki Filistin’e, sevdâya, susamışlara çığlık çığlığa yükselen bir nârâ:
Bir elimde taş, yüreğimde yangın var
Belki de taş niyetine yüreğimi sıkmışım
Anlamıyorum neden bu çığlık bu karmaşa
Taşlarımı bana verin çekecek derdi bitmedi daha
Ve adaletin insan fikrinde yok olduğu bir zaman mefhumu. Bir tarafta yanan binler ve onların sesini duymayan bir dünya ve dünyalılar; diğer yanda çığırtkanlık. Her insanı aynı görmeyen , skolastik zihniyetin kast sistemi… Yükselen sesler, atılan nâralar, toplum olarak verilen tepkiler ve aynı hızla unutulan garîbler. Vaktiyle içinde olduğumuz durumu gözler önüne seren “Kayna kayna Sakarya, öz vatanında garîbsin öz vatanında parya” mısralarıyla dile getiren haykırışlar.
Nedir bu gördüklerim, anne nerdesin
Bilmezdim ki en gayb en ketun yerdesin
Olacak mı bilmem bomba sesi olmayan sabahım
Taşlarımı bana verin. Neydi benim günahım
Bir taş, bir umut, bir umut bir dünya olur. Ve insan umudunda ummanı da böyle yakalar. Her şey umûd olur insana, kaybedilecek kalmayınca. Umut veya birilerinin umudu olmak. Sende, bende veya bizde saklı olabilir. Genç nesiller sizde yaşayacak bir ülkü, bir menzil, bir koruyucu ve kollayıcı edâsı varlığın sebebidir. Müşkilistan yurdundan size kalacak en esaslı mükâfâttır.
Ey gençler bir “umûd” oluverin yeter. Umûd oluverenin umûdu olur.