Kendisini tanımadığım uzun yıllar boyunca ne zaman Alaeddin Yavaşça’dan bir şarkı dinlesem, aklıma hep aynı soru gelirdi: “Niçin acaba sahneye hiç çıkmadı? Herhalde teklif etmişlerdir, neden kabul etmedi?”
Soranlara “Ben hekimim, müziğimi içki masalarında satamam” cevabını verdiğini biliyordum. Musikiyle ilgilenen hekimlerin sayısı az değil; bazısı sahneye çıkmakta hiçbir beis görmedi. Benim cevabını aradığım samimi gerekçesiydi Hoca’nın...
Şimdi biliyorum. Kültür Bakanlığı tarafından Sinan Sipahi’nin editörlüğünde yayımlanan adına ithaf edilmiş kitapta Alaeddin Yavaşça kendisi anlatıyor. Daha 1957 yılında, meslek hayatının başlarında, ev ve muayenehanesi için bayağı borçlandığı bir dönemde, Kazablanka Gazinosu Zeki Müren’in sahnesini kendisine teklif etmiş...
Teklif o sırada çalıştığı Zeynep Kamil Hastanesi’nin başhekim odasında yapılmış. “Müzeyyen Senar gecede 1500, Zeki Müren 1200 alıyor, biz sana 3000 teklif ediyoruz. Bir senelik tutarı da hemen ödeyeceğiz” dendiğinde, Alaeddin Hoca, “Hayır” demiş... Düşünmesini istediklerinde klasik cevabını vermiş: “Düşünmeye gerek yok. Ben hekimim. Müziğimi içki masalarında satamam.” Başhekim Fahri Atabey’in gözleri dolmuş bu cevabı duyunca.
Ancak esas cevabı kitapta veriyor Yavaşça: “Bütün yaşantım boyunca paraya hiç değer vermemişimdir. Ben musikiyi ibadet anlayışı içerisinde yapan bir kişiyim. Repertuvarımı teşkil eden eserlerin bestekârlarının mühim bir kısmı Evliyaullahtandır. İcra edeceğim yerleri ona göre seçmişimdir.”
Gerçekten de klasik musikimizin bestekârlarının çoğu dini duyguları kuvvetli, bazısı doğrudan dinadamı olan şahsiyetlerdir. Aşktan-meşkten bahseder sanılan eserlerin hakiki hikâyelerini dinleseniz çok şaşırırsınız.
Şaşırın diye yazıyorum: Amir Ateş’in muhayyerkürdi makamındaki çok sevilen ‘Bir kızıl goncaya benzer dudağın’ şarkısı Melek Hiç Hanım’ın Hz. Peygamber için yazdığı şiirin bestelenmiş halidir.
“Evliyaullahtan” demiş Hoca... Sebebini bir başka anekdottan öğreniyoruz: Sadeddin Kaynak âniden fenalaşmış, düşerken “Alaeddin, Zeki Arif” demiş... Kaynak’ın eşinin aktardığı bu bilgi üzerine Alaeddin Yavaşça hareketlenmiş. Hastanedeki hocası Prof. Tevfik Remzi Kazancıgil, “Tamam, vazifelendirilmişsin, git” demiş... Çarşıkapı’da noter Zeki Arif Ataergin musikide hocası... Oraya gittiğinde, başkâtip, Alaeddin Yavaşça’ya, hocanın abdest aldığını söylemiş. Daha ağzını açmadan, Ataergin, “Evlât” demiş, “Vazifelendik, gidiyoruz.”
Şişli Hastanesi’ne konuşmadan gitmişler. Ataergin bilmesine imkân olmadığı halde doğru Sadeddin Kaynak’ın odasına girmiş; “Sen bekle” diyerek. İçeriden dua eden sesi geliyormuş Zeki Arif Bey’in; ama aralıktan görebildiği koma hali hiç umut vermiyormuş... Buna rağmen, hocası, odadan “Sohbet nasip olur inşallah” temennisiyle çıkmış...
Gerçekten de birkaç gün içinde iyileşmiş Hafız Sadeddin Kaynak...
Daha sonra şu hikâyeyi anlatmış Sadeddin Hoca: “Yere düşerken karanlık bir el uzandı; ‘Ben Abdülkadir-i Geylani! Yavaşça, Zeki Ataergin’i alsın, sana getirsin’ dedi.”
Zeki Arif Bey ile Sadeddin Kaynak birbirini şahsen tanımazmış bile...
Dahası var. Bir gün Süleyman Erguner aynı duruma düşmüş. Alaeddin Bey hocası Zeki Arif’i götürmek istemiş. Hoca “Vazifelendirilmedik, sonra ben de cezalandırılırım” dediyse de dinletememiş. “Israrım üzerine Süleyman Bey’e gittik, ama kısa süre sonra Süleyman Bey vefat etti. Zeki Arif Ataergin’e de inme inmişti. Ziyaretine gittiğim bir gün, ‘Gördün mü? Cezalandırıldık’ dedi. Çok üzülmüştüm.”
Cemal Reşit ve Ekrem Reşit Rey kardeşler Batı musikisi üstadlarıydılar. Batıya açık kişiler... Türkçeyi Fransız aksanıyla konuşan Cemal Reşit Rey için, “Türkçe konuşan Fransız gibiydi” diyor Alaeddin Yavaşça. Ancak iki kardeş her Ramazan yeşil takkeleriyle ikindi namazını müteakip Beyazıt Camii’nde Abdurrahman (Gürses) Hoca’nın karşısında diz çöker, mukabeleyi dinlermiş...
Bazı Ramazan akşamları da Rey kardeşler evlerinde iftar ziyafeti verirmiş...
“Musiki deyip geçmeyin” demem bu sebepten...