Burkina Faso’da İmam adayı öğrencilerim var. Onlarla ders işlerken daha önceden de bildiğim ve birçok kez okuduğum bir hadis-i şerifi yeniden okuduk. Arkasından onlara bu hadis-i şerifi hayatta uygulamakla ilgili bazı soruları sormam gerekti. Meğer ben onlara sormaktan öte kendime sormuşum... Asıl öğrenmesi gereken benmişim...
Bu nedenle hadis-i şerifi ve onun bize bıraktıklarını bir de sizinle paylaşmak istedim.
Enes Bin Malik (RA) rivayet ediyor: Bir gün mescitte Allah Resulüyle (SAV) beraber oturuyorduk. Allah'ın habibi (AS) söyle buyurdu: “Şimdi dışarıdan cennetlik bir adam gelecek. Ona iyi bakın.” Hepimiz de merakla kapıya baktık. Az sonra sakalından abdest suları damlayan Sa’d (RA) girdi. Ertesi gün, daha ertesi gün derken üç gün üst üste aynı olay tekrar etti. Her defasında aynı sahabe girdi içeri.
Abdullah bin Amr Bin El-as içimizde genç bir delikanlıydı. Namaz bitince o hemen cennet müjdesi alan sahabenin peşine düştü. Ona; babası ile bir konuda münakaşa ettiklerini, üç gün eve girmemeye söz verdiğini, kendisini misafir edip edemeyeceğini sordu. Sa’d (RA) bu teklifi kabul etti. Beraberce evine gittiler ve üç gün aynı odada kaldılar. Ancak Abdullah, (RA) aradığını bulamamıştı. Onun aradığı şey, bu güzel insanı cennetlik kılan o müjdenin sebebini merak ediyordu. Bunu görmek için evine gitmişti.
Üçüncü günün sonunda vedalaşırken eve geliş nedenini açıkladı yalan söylediği için özür diledi. Sa’d (RA) gülümseyerek “Yeğenim gördüğün gibi benim ekstra olarak yaptığım özel bir ibadetim yoktur.” Dedi. Abdullah ayrılırken onu geriye çağırdı ve şu açıklamaları yaptı. “Benim farklı bir özelliğim vardır ama... Ben hiç bir Müslümana karşı içimde en küçük bir kin beslemiyorum. Onlara karşı olumsuz bir duygu taşımıyorum. Sevdiğim, kızdığım...” Abdullah, (RA) tamam amca dedi şimdi aradığımı buldum.
Ben de bu Hadisi şerifi daha önce birçok kez okumuştum. Ama buna ne kadar uygun bir yaşam tarzımızın olduğunu sorgulamak için öğrencilerime şu örneği sordum. –Hay sormaz olsaydım.- “Dersten sonra kapının önünde biraz oturmak için indiniz. Tanımadığınız bir adam gelip size bir tokat vurdu. Siz ona karşı bile gelemeden, hakkınızı alamadan adam yürüyüp gitti. Tam bu sırada bir araba gelip ona çarptı. Adam da yere yuvarlandı. Bu olay karşısında nasıl bir duygu içinde olurdunuz?”
Böyle bir soruya sınıf ortamında değişik cevaplar gelir elbette. Sevinenler, üzülenler, yazık oldu diyenler... Yanağında yediği tokadın hissiyle gizli bir sesle “Oh Olsun!” diyenler de vardı. Ama bunu söylerken kendimi de tarttım. Üzülerek öğrencilerime şunu söyledim.
“Ben de aynı soruyu kendime sordum gençler! Ama ciğerimi yakan, bana hak etmediğim halde acı veren, durduk yerde kötülüğü dokunan bu insana beddua etmemiştim. Lakin bana yaptığı işin karşılığını bir adl-i ilahi olarak görmüş olması beni memnun ederdi... Onun başına böyle bir felaketin gelmiş olması da galiba içimi soğutacaktı. Bunun sebebi de içimde ona karşı olan ve geçmeyen kızgınlığım... Evet, ben Sa’d (RA) değilim. Onun yaptığını yapamıyorum. Bu nedenle de cennet müjdesi alamadım...”
Hısım akraba, konu komşu, eş dost, arkadaş derken yaşadığımız bu hayatta bilerek veya bilmeyerek kırdığımız / kırıldığımız birçok olay olmuştur. Yüreğimizi inciten, bize gece uykumuzu kaçırtan birçok hadise yaşamışızdır. Onlara beddua etmemiş olsak da duygularımız başka tavırlarımıza yansımıştır. Ses tonuna, arama ve görüşme sıklığına, onlarla ilgili haberlere olan ilgimize... Yani çok şeye yansımıştır. Hele birde yaşattıklarının bir bedeli olarak –bize göre- başına gelenler yok mu? Bazen içimizdeki ateşin alevini söndürür.
Üç defa üst üste cennet müjdesi alacak bir gönül kıvamı, bizimkisi gibi değilmiş meğer... Kızdığımız, kırıldığımız, içimizi yakan söz ve fiilleri nedeniyle acısını unutamadığımız Müslümanlara karşı da aynı gönül safiyetini koruyabilmek gerekirmiş. Onlarla ilgili hiç bir olumsuz duygu ve düşünceyi taşımamak... Nasıl zor mu?
Ben ders anlatırken dersimi aldım. Bunu başarmak bayağı zor olacak. Ancak hedefiniz varsa başarmak zorundasınız...
Cennetle müjdelenmek isteyen var mı?
Burkina Faso’da size cennet için değil, Firdevs için dua ederler. Yani çıta en yüksektedir.
Dövene elsiz gerek,
Sövene dilsiz gerek,
Derviş gönülsüz gerek,