Toplumlar her dakika devrim veya her gün darbe beklemez.
Rejimleri değiştiren, devletleri parçalayan, kurulu düzeni yıkan ve yerine yenisini geçiren radikal değişiklikler genellikle büyük yenilgilerin, toplumsal yılgınlıkların ve dramatik kamusal yetersizliklerin ertesinde gelir.
Şöyle bir hatırlayın.
1'inci Dünya Savaşı'nın yenik ülkelerinde, faşizm ve komünizm devletleri ele geçirmiştir.
Savaşta İngiltere yenilseydi, herhalde orası da bir cumhuriyet olurdu.
Neticede bizim "Cumhuriyet devrimimiz" de bu yenilginin sonuçlarından biri değil midir?
Arjantin'in generalleri Falkland'da, Yunanistan'ın albayları Kıbrıs'ta yenilmeselerdi, bu ülkelere demokrasinin gelmesi için çok beklenirdi.
Kızıl Ordu'nun gücünün ve Komünist Parti Merkez Komitesi'nin hükmünün değişimi durdurmaya yetmediği noktada Berlin Duvarı silah patlamadan yıkılmış ve sonra da Sovyetler Birliği çöküp dağılmıştır.
Değişim hep aynı mı?
Her devrim ve her değişim, ille de eskisinden daha iyi bir düzen getirmez.
İran'da Humeyni Şah'ın yerine gelmiştir.
Şah'ın düzeni bozuktu ama Humeyni'nin getirdiği düzen de İran'ı daha ileri çağlara taşımadı.
Yeryüzündeki darbeleri ve devrimleri, oluşumlarına sebep olan koşullar ve sonuçları açısından değerlendirmek bir gazete köşe yazısına sığacak iş değildir.
Biz bu dar alanda ancak Türkiye'nin serüvenine kısaca değinebiliriz.
Baştan söyleyelim.
Şu anda Türkiye'de ne bir darbe, ne de bir devrim beklentisi var toplumda.
Bazı kesimler iktidardaki partiye karşı. Ama seçmen çoğunluğu da bu partiyi destekliyor.
Türkiye büyük bir yenilginin, bir işgalin, toplumsal yılgınlığa sebep olacak dramatik bir olayın altında ezilmekte değil.
Siyasi sapıklık
Böyle bir ortamda hangi isim altında ve hangi ideolojik içerikte olursa olsun, darbe planlamak veya darbe kışkırtıcılığı yapmak sadece iktidarı ele geçirmek isteyen "mutlu tetikçiler"in işi olabilir. Böyle bir ortamda demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak yerine, darbe yanlılarının sözcülüğünü yapmak, ancak "siyasi sapıklık" anlamına gelir.
Ancak yeni çağın en büyük özelliği zamanın hızlanmış biçimde yaşanmasıdır.
Yakın geçmişe kadar yüzyıllar alan değişimler, şimdi kısa sürelerde gerçekleşiyor.
Türkiye'nin çözümü için ağır davrandığı kronikleşmiş sorunlar, günümüzde çok hızlı biçimde büyümekte ve kriz konuları haline dönüşmektedir.
Bunların eski tempoda çözümsüzlüğe bırakılmaları, eskisinden farklı sonuçlara, yenilgilere ve hatta bölünmelere sebep olabilir.
Kıbrıs'ı çeyrek yüzyıl bir kriz konusu olarak dondurduk. Ama dış konjonktür biz farkında olmadan öylesine değişti ki, sonunda Kıbrıs Rumları AB'ye girdi ve Kıbrıs Türkiye'nin Batı yolundaki en büyük engeli şimdi.
Zaman hızlanırken
"Kürt Realitesi"ni uzun yıllar yok saydık. Ve sonunda Kuzey Irak'taki bir Kürt devlet oluşumu karşısında hangi tutumu belirleyeceğimizi tam olarak kestiremiyoruz.
Bereket 1980'lerde "Özal Reformları"nı yaşadık ve ekonomik alandaki mağara devrini geride bırakıp, globalleşme sürecine ve küresel rekabete hazırlıklı girebildik.
Bu gerçeklerin ışığında sade iktidarın değil muhalefet partilerinin, asker ve sivil devlet kurumlarının, Türkiye'yi bunalıma, yılgınlıklara ve sonunda yenilgilere itecek söylemlerden, tutumlardan, davranışlardan kaçınması gereklidir.
Global değişime uyum gösterilemediği zaman, bu bölgede ne tür felaketler yaşandığı hiç unutulmamalıdır.
Baas özentisi darbeciliği ve Mugabe kopyası yabancı düşmanlığını "Devrim" diye sunmaya çalışmak bu çağda ve bu coğrafyada sadece densizlik ve akılsızlıktır.
Aynı şekilde dondurulmuş ideolojik laikçiliğe karşı, "demokratik laikliği savunuyoruz" diyenlerin içki yasağı benzeri uygulamalarla farklı hayat tarzlarını tehdit etmesi de, sade yobazlık değil çağ dışılıktır.