İlk bakışta muhafazakarlığın ‘yerel’e ilişkin olanı ifade ettiği düşünülebilir. Yerel-yerli denince de çoğu zaman akla ilkel olan gelir. Oysa Batıda adı bile muhafazakâr (Conservative Party) olan partiler vardır. Bakalım Türkiye’de kim neyi ‘muhafaza etmiş’, yerel miymiş yoksa evrensel (!) mi...
Cumhuriyet döneminde ‘Kurucu Parti’ iktidarı sonrasında (1950) ‘Kurucu Parti’nin koyduğu ilkeler daha çok da bahsettiğimiz türden politikalarda iddialı olanlar partiler ‘muhafaza’ edilmiştir. Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, DYP gibi... Oysa muhafaza ettiklerinin hiç birisi ‘yerel’ olana ilişkin değildi; laiklik gibi... Akif Emre’nin tesbitiyle; “toplumun büyük ekseriyetinin din ve kültürel aidiyetiyle olan ilişkilerini rencide eden modernist batıcı uygulamaların müsebbibi görülen devlet partisine (kurucu parti) karşı ve yine bunun içinden çıkan sağ ve muhafazakar muhalefet geleneğinin aslında toplumsal beklentileri belli sınırlarda karşılamak kaydıyla devlet iktidarını sürdürme misyonunu başarıyla yerine getirdikleri görülür.”
İşin açıkçası; ‘müesses nizam’ sadece Amerika’da yok... Devrim yapılmadıkça da onlara rağmen devlet yönetilemez. Bu anlamda Türkiye’de ‘derin devlet’ betimlemesi boş bir iddia değildir. Hatırlar mısınız bilmiyorum; 90’lı yıllarda terörle mücadelede ismi geçen ve efsaneleşen ‘Yeşil’e de ulaşılamadı, onun siyasi sorumlusu Mehmet Ağar da öylesine yargılandı ve cezaevinde yarım yamalak yattı. Her biri devlet adına hareket ediyordu çünkü... Aynı husus Susurluk kazazı ve Abdullah Çatlı için de, Uğur Mumcu suikasti için de geçerlidir.
Bütün iktidar savaşlarının bir yanında da mutlaka bu derin yapı vardır. Derin yapıya dönük herhangi bir tehdidin bedeli her yerde ağır olmuştur. Bu Amerika’da da böyledir, Rusya’da da... Türkiye’de, Mısır’da, Cezayir’de de öyledir. Suriye veya İran’da da farklı değildir. Söz gelimi Trump’ın Amerika’da müesses nizama rağmen bir şeyler yapmak istemesi önce itibarına, sonra iktidarına maloldu. Israr etmeye devam ederse de kendisini yüksek duvarların arkasında bulacak...
Konuya buradan bakıldığında, ki bence en kuvvetlisi bu, muhafazakarlık hiç de öyle yerele ilişkin olan değil... Eğer iktidar da olamayacaksa, bir süreliğine ‘yerel’ olana göz yumuluyor o kadar; belli toplumsal kesimlerin gazını almak için... Güç devşirme girişimi hiçbir şekilde tolere edilmez. Türkiye’de Refah Partisinin, Cezayir’de FIS’in, Mısır’da İhvan Hareketinin darbeyle işlevsiz hale getirilmesi işte bu yüzdendir; ‘muktedir’ olmak istemişlerdir çünkü...
Bugün Türkiye’de bunun bir bütün olarak farklı olduğunu da sanmayın... Fark şu ki; müesses nizam kendi içerisinde yön ya da el değiştirmiş, çürümenin tavan yapması nedeniyle bir başka kanat güç kazanmıştır. Bunun karşılığı MİT’in dışa yansıyan politikalarında gözükmektedir. Bir zamanlar CIA’nın Türkiye şefliği olarak iç tehdide yönelmişken, şimdilerde İsrail, İran, Yunanistan gibi devletlerin MİT yapılanması ile ilgili endişe açıklamaları tehdit algısının dışa kaydığının işaretidir. İçerideki aparat FETÖ işte bu yüzden istihbaratta uzmanlaşmış ve MİT’i ele geçirmek için büyük çabalar sarfetmişti.
Sadece Türkiye’de değil, dünyanın ileri gelen bütün ülkelerinde müesses nizam tek de değildir. Ne var ki; ABD gibi ülkelerde sorun kamuoyuna yansımadan, adeta tereyağından kıl çeker gibi halledilmesi, Sudan gibi ülkelerde iç savaşa dönüşmesi, Türkiye’de 10 yılda bir ‘balans ayarı’ yapılması gibi farklılıklar vardır.
Amerika’da 2001 sonrası gelişmeleri hayata geçirmek için Al Gore’un kazandığı seçim birkaç ay sonra orta zekalı İkinci Bush’a (Oğul Bush) bırakıldı mesela... Bir başka deyişle ince bir operasyonla ve fevkalade soft yöntemlerle kullanılma kabiliyeti çok daha güçlü olan taraf tercih edildi. Hiç kimsecikler de bir şey farketmedi. İkiz kule saldırılarıyla startı verilen ve tahkim edilmesi ihtiyacı duyulan Yeni Dünya Düzenin en büyük ayağı işte senaryosu bizim de içerisinde bulunduğumuz coğrafyada Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında oynanmaya devam edilmektedir (devamı var).