MİSYON
Misyon, belli bir görev sonucunu oluşturan duygular topluluğunun bir araya gelmesiyle oluşan beyinsel ve biyolojik dengesizliğin bir bütünüdür.
Bir nesneye, objeye, şâhısa yâda yere duyulan farklı bir duygu yoğunlaşmasına veya tutku derecesine çıkmış duyguyla oluşan yönelmeye misyon diyorum ben.
Burada size bazılarına aşk haline gelmiş misyondan bahsedeceğim.
Belki bazı insanlar bu duygusal savrulmayı içlerinde farklı yaşıyorlar.
Dünya liderlerinin icraatlarına baktığımız da hepsi içlerinde yaşadığı duygu paradoksunun sonucunu dünyaya yaşattıkları ya savaşlar yâda güzellikler oluşturmaktadır.
Sezar içindeki yaşadığı duygusal savrulmayı tüm dünyayı savaşlar içine boğmasıyla ve bir kadının duygusal kölesi olmasıyla ödemiştir.
Hitlerin ülkesine duyduğu aşk yüklendiği misyonu şahsi egolarına yönelerek, insanlara duyması gereken sevgi ve saygı duygularını yıkarak tarihin kara sayfalarına geçmesini sağlamıştır.
Bu dünya en iyi çağını asr-ı saadette yaşamıştır. Bu yüzden yaşanılan o zamana saadet asrı denmiştir. İnsanların en rahat, en mutlu, en güvenli ve en ferah yaşadıkları zaman olmuştur.
Ülkemizin padişahlık dönemlerini irdelediğimizde birçok savaşlara ve fetihlere karşılık geliriz ancak bu fetihler ulaştıkları yerlere daima rahat ve huzur götürmüştür.
Ecdadımızın çekildiği yerler daha sonraları kargaşa ortamı olmaktan kurtulamamıştır.
En yakın örneği günümüz Ortadoğu değil mi?
Osmanlı Ortadoğu’dan çekildikten sonra bölge kan, karışıklık ve gözyaşı ayrıca radikal grupların kullanıldığı bir bölge haline gelmiştir.
Ülkemiz, işgal sonrası milli mücadeleden sonra halkı Fransa’nın laik sistemi, İsviçre’nin medeni kanunu üzerine kurulan bir yönetim şekliyle donatılınca beklenenle gerçekleşen sistem arasında doğal olarak çatışma kaçınılmaz olmuştur.
Şapka giymedi diye şehir bombalanma başka nerde yaşanmıştır veya idam cezası uygulanmıştır?
CHP kendi tarihi ile yüzleşmekten neden kaçınmaktadır ki, yönetim kadrosunun iç çatışması nedendir?
Dersim’i bu halk nasıl unutsun, katledilen masum yavruları, çırılçıplak soyulup dağlara sürülen aileleri bu halk nasıl unutabilir?
Geçen günler bir gazetede çıkan makalede Atatürk olmasaydı anan belli ama baban kim olurdu gibi ahlaksızca yazıyı yazan o kişi cumhuriyet kurulduktan sonra oluşan ahlaksız ortamlarda babaları belli olan toplumun mu yetiştiğini sanıyor.
Aklımda kaldığı kadar yanlış hatırlamıyorsam yazar İsmail Kara’nın kitabında şöyle bir hadise geçer.
Cumhuriyet kurulduktan sonra ülkenin İslam’dan uzaklaştığını düşünen bir grup tasavvuf önderi Atatürk’e lanet okumak için bir yerde toplanırlar.
İçlerinden biri o gece rüyasında Resulullah (sav) efendimizi görür.
Dünyayı liderler arasında dağıtmaktadır. Atatürk’te ordadır. Sıra ona gelir efendimiz çok kızgın ve sert bir ifadeyle kendisine bakar.
Türkiye önlerinde sınırları kalın siyah çizgiyle çevrilmiş. Ancak içi yeşil, burayı da sana veriyorum der.
Telaşla rüyadan uyanan o mübarek teheccüd vakti bir araya gelindiğinde diğerlerine rüyayı anlatır ve o okumadan vazgeçerek oradan ayrılırlar.
Bu ülkeyi hangi misyonla, hangi amaçla, duyguyla ve ne aşkıyla kurdularsa kurdular.
Ancak bu ülkenin dünya kaderi üzerinde ki etkisi ve bu halkın İslam için vermiş olduğu mücadeleden kaynaklanan, üzerlerine yüklenen misyonun ilahi bir hüküm olduğu gerçeğini hiç kimse değiştiremeyecektir.
Vesselam.Kalın sağlıcakla.