Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin toplumlara hizmet ve adalet sunan sisteminin yerine Avrupalıların -özellikle İngilizler- tek taraflı bencil sömürgeci sisteminin kurulmasıyla birlikte Orta Doğu ve Afrika artık menfaatlerin ön planda tutulduğu, aşiretlerin arasında ayrılıkçılığın, düşmanlıkların kök saldığı, mezhep ayrılıklarıyla halkların parçalandığını bir coğrafya halini aldı.
Orta Doğu ve Afrika’da İngiliz ve Fransızlar, aşiret ve asil ailelerin önde gelen isimleriyle tesis ettikleri sıcak ve özel ikili ilişkileri neticesinde bu ailelerin fertlerini sömürgeci sistem içerisinde yetiştirerek ülkelerinin yönetimine getirdi ve kendi menfaatlerini korumayı garanti altına aldılar.
Yeni haritalar çizildi, üzerlerine yeni ülke isimleri yazıldı. Yapay olarak oluşturulan bu ülkelerin yeni yönetimleri, daha sonraları sistemin içerisine entegre olan Belçika, Hollanda ve yakın tarihte A.B.D’ in desteğiyle baskıcı, dikta rejimlere dönüşerek kendi halkını hak ve özgürlükten mahrum bıraktılar. Halbuki destek verenler kendilerini “özgürlükler ülkesi” olarak tanımlıyorlardı.
Yaşanan olaylar, elde edilen tecrübeler, özgürlüğün kendilerinin dışında tüm halklar için bir “değer” olmadığını gösterdi.
Dahası bu coğrafyanın zengin kaynaklarını kullanmada bu yönetimlerle iş birliği içinde olmaktan da geri durmadılar. Tunus, Mısır, Ürdün, Yemen… Sayısını daha da arttırabileceğimiz pek çok ülke yöneticileri şimdilerde nerdeyse çeyrek asra varan iktidarlarını tek tek bırakıp gitmekteler.
Küreselleşen dünyada halkların hak ve özgürlük talepleri önünde kimse duramamakta, bu istekler ertelenemez bir hal almaktadır.
Buna paralel olarak Orta Doğu ve Afrika’da da dengeler tekrar değişiyor.
Hak ve özgürlük taleplerinin ilk adresi Tunus oldu. Özellikle batı Afrika’dan Körfeze kadar olan Arap coğrafyasında halklar için Tunus halkı adeta bir uyanış, bir silkinmeye vesile oldu.
Tunus’tan kalkan demokrasi treninin ilk ve en önemli durağı ise Mısır oldu. Hafta boyunca devam eden yönetim karşıtı protestolar neticesinde devlet başkanı Mübarek hükümeti feshetti. Fakat Mısır halkının isteği sadece bu değildi, Tunus’taki talebin bir benzeri, geçmişten hiç bir izin olmayacağı yeni bir yönetimdi. Mübarek ise yönetimi tamamen bırakıp ülkeden ayrılmalıydı.. Yıllardır içlerinde sakladıkları korkularını veya çaresizliğin verdiği içe çekilme psikolojisi yenerek meydanlara akın ettiler.
Ülkede dış güçlerin desteği ile (akla ilk gelen A.B.D) otuz yıldır iktidarda olan Mübarek liderliğindeki yönetime karşı ilk start, onbinlerce protestocuların Tunus’ta çıkan direnişin ilk günlerinde Kahire’deki Tunus Büyükelçiliği önünde toplanarak “ Bin Ali, Mübarek’e onun için de bir uçak beklediğini söyle” mesajıyla verilmişti.
Peki Mısır bu siyasi sürece nasıl geldi?
Diğer bir ifade ile uluslararası statükocu- dikta rejimlerinin katı bir örneğinin yaşandığı bu ülkede sistemin sorgulanmasına neler sebep oldu?
Mübarek, Enver Sedat'a düzenlenen suikastın ardından göreve gelen, en uzun süre iktidarda kalan, en şiddetli ve kapalı Mısır lideridir.
Bu döneminde Mısır'da elit bir zengin kesim oluşturulmuş, ekonomik yatırımlar bu kesimler tarafından organize edilmiş, ihalelerin bir çoğu bu isimlere verilerek devlet ile onun desteklediği iş adamları arasında güçlü bir sermaye zinciri kurulmuştur.
Bu güç – ülkemizde de tecrübesini yaşadığımız bir tarzda- tüm medyayı kendi kontrolünde tutmuş, kullandığı propaganda araçları zamanla toplumun diğer kesimlerinden özellikle de entelektüel aydınlar içinden kendisine yeni isimler katmış ve bu isimleri iktidarın olanakları ile destekleyerek kendi bekası için kullanmıştır.
Bu güçlü sermaye zincirinin başrol oyuncuları işadamlarının başardığı en önemli işlerden biri de, Batılı sermaye grupları ile kurduğu temaslar olmuştur. Bu sayede Mübarek yönetiminin yıpratılmasının önüne geçilmiştir. Çeyrek asrı aşan iktidar dönemine bakıldığında Mısır'ın iç ve dış politikasının A.B.D ve Batı tarafından hatta İsrail tarafından çokça eleştirildiği görülmemektedir.
En organizeli kökelik kurumlarını oluşturdular. Halkın hayat şartlarını veya standartlarını onlar düzenlediler, ülke kaynaklarını kendi zenginliklerinin üzerine kullandılar. Bununla da yetinmeyip sömürgeci dış güçlere peşkeş çektiler.
Nitekim Tunus’tan farklı olarak – bu ülkede en birinci faktör hak ve özgürlükler in kısıtlanmasıdır- ülkede ekonomik performansın düşük olması, yatırımlara aktarılacak kaynakların yolsuzluklarla şahısların eline geçmesi neticesinde % 25 fakirlik sınırı altında olan toplum oluşmuştur.
Mısır’daki direniş bu manada insanın değil de menfaatlerin merkezde olduğu sömürgeci kapitalist sisteme başkaldırı ve onun sorgulanmasıdır…
Sonuç olarak; Ortadoğu'nun ve Arap Dünyası'nın en önemli ülkelerinden biri olan Mısır, stratejik öneme haiz coğrafyası ve Arap milliyetçiliğinin kalesi olması hasebiyle Tunus ile kıyaslanamayacak bir öneme sahip. Ülkede halkın Mübarek yönetimine karşı sokaklara dökülmesi oldukça önemli bir hadisedir. Muhalefetin her geçen gün etkisini arttırdığı protestoları karşısında köşeye sıkışan yönetiminin Mısır halkının beklentileri dışında tatmin etmeyen açıklamaları,şiddete yönelik son hamleler “demokratik bir siyasi sisteme düzenli ve barışçıl geçişi” baltalayacak şekilde olmuştur. Bu ise, eski yönetimi dönüşü olmayan bir yola sokmuştur.
Mısır’da elde edilecek bir başarı diğer Arap ülkelerine ciddi anlamda bir örnek teşkil edecektir.
Mısır, artık dönüşü olmayan bir yerde.
Mısır’ın demokrasi bayramı “Mübarek “ olsun !