28 Şubat birçok yönü ile post-modern müdahaleydi; seçilmiş hükümet, TSK’nin başrolü oynadığı zorlamalarla görev yapamaz hale getirilerek istifa ettirilmişti. Bana göre, dünden beri Mısır’da yaşananlar daha çok “post-modern a darbe” tanımına uyuyor. Mısır’da tüm dünyanın gözünün önünde seçilmiş hükümet, ordu tarafından devrildi, herkes darbeyi adım adım ve tüm ayrıntılarıyla naklen izledi. Dünya medyasından, sadece Mısır’da bir yıl önce kuralları önceden belli olan, çok sayıda adayın katıldığı ve tarafsız gözlemciler tarafından izlenen serbest seçimlerle iktidara gelen, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ordu tarafından devrilmesini izlemedik, aynı zamanda bu darbe karşısında dünyanın takındığı tavrı da izledik. Bir kere daha “dünya”nın ikiyüzlülüğünü, çifte standardını, ahlaksızlığını gördük.
Aslında bilmediğimiz bir şey yoktu; Türkiye ve başka ülkelerde yapılan darbelerde bunların tamamı olmuştu, böyle olduğunu biz önceki tecrübelerimizden biliyorduk. Eskiden olup bitenleri sonradan öğrenirdik, şimdi ise televizyonlardaki naklen yayınlardan izledik.
Darbeleri askerler yapar; burada da öyle oldu. Ancak hiçbir zaman askerler yalnız değildir; sivil işbirlikçiler hep vardır. Mısır’da da öyle oldu. Her zaman olduğu gibi üniversite hocaları, yargı mensupları ve siyasetçileryerlerini almışlardı. Mısır’da bir de din adamları vardı; General Sisi darbe açıklaması yaparken Mısır’ın en üst düzey Sünni din adamı El Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib, ile Kıpti Patriği Tovadros yanındaydı.
Türkiye’den iyi biliriz; muhalefet liderleri askeri darbeleri hep desteklemişlerdir; Mısır’da farklı olan darbe lideri açıklama yaparken muhalefet liderlerinin de hazır bulunmasıydı.
Biz darbelerde yargıçların tutumlarını da çok iyi biliriz; özellikle anayasa mahkemesini. Mısır’daki darbede de bir yargıç devlet başkanı olarak atandı.
Ha bir de halk var tabi; halkın bir kısmı, elbette muhalifler, darbeyi desteklerler; Mısır’da da öyle oldu. Mısır muhalefeti, günlerce Tahrir Meydanı’nda toplanarak askeri müdahaleye çağırdılar. Mısır’daki darbecilerin en büyük dayanağı, Tahrir Meydanı oldu. Televizyonlar darbe naklen yayınını ekranlarını ikiye bölerek verdiler; ekranların yarısında General Sisi’nin darbe ilanını, diğer yarısında Tahrir Meydanı’nın darbeyi alkışlaması gösterildi.
Mısır, sıradan bir ülke değil; Mısır’da olup bitenler Arap ve İslam dünyasını birebir etkiler. Bu olayın özellikle Türkiye’yi ciddi bir şekilde etkileyeceğini, dahası, bu müdahalenin Türkiye’nin izlediği dış politikanın da çöktüğünün resmi olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu konuyu ayrıca ele alacağımızı söyleyerek Mısır darbesinde öne çıkan birkaç konuya değinelim.
Bilmiyoruz; Batı’nın ikiyüzlülüğünü konuşmak gerekir mi? Dikkat edilirse bu saate kadar Avrupa ve Amerika’dan Mısır’daki darbeye karşı sert bir açıklama gelmedi. Dahası, bazı Batılı ülkeler Mısır’da olup bitenler için “askeri darbe” nitelemesi bile yapmadılar. Yapılan açıklamaların ortak özelliği; Mısır’da normal demokratik yönetime bir an evvel geçilmesi temennisidir ki darbe Lideri General de zaten bunu ifade etmişti.
Bize göre Mısır darbesinin en önemli sonucu, Arap Baharı denen hareketlere etkileridir. Dün Mısır’da dünyanın gözünün önünde yapılan askeri darbe ile Arap Baharı/Devrimi, Arap halklarının adalet ve özgürlük arayışından kopmuştur. Esasen Suriye’de silahsız halk ayaklanmasının dışarıdan müdahale ile terörize edilip iç savaşa döndürülerek Devrim boğulmuştu. Şimdi Mısır’daki darbe ile de bu ameliye tamamlanmış, Arap halklarının adalet ve özgürlük arayışı bir başka bahara ertelenmiştir.
Hiç kuşku yok ki, “Arap Baharı” diye adlandırılan hareketlenmelerin iç dinamiği, yıllarca diktatörlükler altında yoksullaştırılan Arap haklarının özgürlük ve adalet arayışıdır. Fakat bu hareketlerin dış dinamiğinin BOPolduğunu unutmamak gerekir. Batı/ABD, Arap-İslam coğrafyasını modernizasyon, demokratizasyon ve liberalizasyon yolu ile değiştirip dönüştürerek dünya sistemine eklemlemek istiyor. Bu işin çok karmaşık ve zor olduğu ortada. Öncelikle Batı yüz yıllarca devam eden tecrübeleriyle biliyor ki İslam’ın kendisi bu işe engeldir;“faiz haramdır” diyen bir dinin mensuplarının finans kapitale eklemlenmesi, Müslümanların kredi kartı toplumuna çevrilmesi kolay değildir.
Batı’nın İslam coğrafyasındaki “demokrasi” ile imtihanı yeni değildir. Bahar’dan önce, Türkiye, İran ve Pakistan tecrübeleri bir tarafa bırakırsak, Arap-İslam dünyasında İslamcı partilerin de girdiği iki seçim var; biriCezayir diğeri Filistin. İslamcı FİS’in kazandığı Cezayir seçimi daha ilk turda durdurulmuş, arkasında ülkede iç savaş çıkartılmış, on binlerce insan ölmüştür. Batı Cezayir’de “demokrasi” ye yapılan müdahaleyi desteklemiştir. Benzer şekilde Filistin’de yapılan serbest seçimleri de İslamcı Hamas kazanmış ama Batı, seçilen yönetimi tanımamış, seçimi kaybeden El Fetih’i destekleyerek Filistin’in bölünmesine neden olmuşlardır.
Tunus ve Mısır yeni tecrübeler olacaktı.
Türkiye’deki AKP’ye benzer liberal/ılımlı İslamcı NAHDA’nın iktidara geldiği Tunus’ta henüz ne olacağını bilmiyoruz; ancak Gannuşi liderliğindeki Tunus’un İslami yönetimi, şu ana kadar “muhafazakâr demokratlık”ta bir sorun çıkarmamıştır. Ne var ki, diktatör Bin Ali’nin neo-liberal politikalarını aynen devam etmektedir ve ülkede gelir dağılımı uçurumu ve yoksullukla ilgili sorunlar derinleşmektedir, o nedenle halkın hoşnutsuzluğu giderek artmaktadır. Belli ki hemen değil ama bir süre sonra Tunus’ta da “İslamcıların başarısız olduğu” sözlerini duyarsak hiç şaşırmayacağız.
Mısır da yaşananları ise hep beraber izliyoruz. Türkiye (liberal kalemler) ve Batı dünyasında son zamanlarda yazılanların ortak noktası “İslamcıların başarısız olduğu, kendilerine verilen şansları değerlendiremedikleri, çoğulcu bir demokrasi inşa edemedikleri, ekonomiyi yoluna koyamadıkları” şeklindedir.
Bu, biraz 28 Şubat sırasında Refah Partisi ve Necmettin Erbakan ile ilgili yazılanlara benzemiyor mu? 11 aylık Erbakan Hükümeti’ni Türkiye’nin yıllarca birikmiş olan sorunlarını çözemedi diye eleştirmişler, yaşam tarzı konusunda hiçbir “olumsuz” adım atılmamasına rağmen Erbakan’ı “ülkeyi şeriata götürmek”le suçlamışlardı.
Görüldüğü gibi, Mursi’nin kaderi Erbakan’ınkine benzedi. Mısır’ın bir Tayyip Erdoğan’ı bulup bulamayacağını ise zaman gösterecek. Belki arada Mesut Yılmazlar, Bülent Ecevitler olacak –Baradey darbeci General’in yanında boşa mı oturuyor!) ama sonunda bir muhafazakâr demokrat bulunacaktır.
Mısır’da askeri müdahale olmuştur; seçimle gelen bir yönetimin askeri müdahale ile devrilmesinin hiçbir gerekçesi olamaz, darbe asla kabul edilemez. Mısır’daki darbenin sorumluları, darbeyi yapanlar, onları yüreklendirenler, destekleyenler, darbe karşısında susanlar ve dahi “ama ve ancaklar”la “ev sahibinin” hatalarını/yanlışlarını arayanlardır. Bu açıdan dünya gibi Türkiye’nin liberalleri ve demokratları da –çok azı hariç- çok kötü sınav veriyorlar. Bunda Batı ve batıcıların “İslam ve İslamist” takıntısının çok büyük bir yeri vardır. Çok açık ki, Batı, Müslümanların “demokrat” olamayacağına inanıyor, o nedenle İslamcıları değiştirmek, dönüştürmek için her yol mubahtır diyor, askeri darbe dahil.
Şuna bakın; “Ne şeriat ne darbe”diyorlar. Bu, darbeciliğe yardım ve yataklıktır, dahası darbecilere “ortamı boşalt, İslamcıları bastır, biz gelelim” demektir.
Bu böyledir ve lakin Müslümanların bu olup bitenlerden çıkaracakları ders yok mu? Var tabi. Biz Müslümanlar, bırakalım liberal demokrasiyi, muhafazakârlığı vs; farklı inanç ve yaşam tarzları olan insanları bir arada yaşatacak bir toplumsal ve siyasal sistem üzerine kafa yoruyor muyuz, yaşantılarımız ve ilişkilerimizle diğer insanlara bunu gösterecek bir şey yaptık mı?
Türkiye’deki 10 küsur yıllık AKP tecrübesine bakalım… “Onlar İslamcı değil, muhafazakâr demokrat vs” diye topu taca atmayalım. Ne yapıyorlarsa ve ne yapmıyorlarsa her şey İslam’a ve Müslümanlara yazılıyor. Şimdi soruyorum; AKP, 10 yıldır herkesin güvende olduğu, herkesin kimseye el açmadan, onuru kırılmadan çoluk çocuğunu nafakasını kazanabildiği ve herkesi kimlik, inanç ve düşünce konusunda serbest olduğu bir toplumsal ve siyasi işleyiş oluşturabildi mi? 10 yıllık AKP iktidarından sonra bu ülkede eşit vatandaşlıktan söz edilebilir mi? Bu ülkede kaç kişi kendisine bir haksızlık ulaşırsa hakkının kendisine teslim edileceğine inanıyor?
Hayır, böyle bir şey yapamadı, yapmadı. Bunun yerine mevcut vesayet sistemini korudu, sadece halabirikim/dağıtım ve tahakküm aracı olarak ortada duran devlet mekanizmasına daha çok yerleşmeye çalıştı. Tabi “şeriatı getirecek” lafları saçmadır. Ama AKP herkese güvenliği getiremedi, herkese adaleti/ekmeği getiremedi, herkese özgürlüğü getiremedi. Ve bütün bunlar İslam’a ve İslamcılara yazıldı.
Mısır’a sonra geliriz, Türkiye’ye bakalım; batıcılar, modernler, laikçiler, liberaller… her nasıl diyorlarsa onlar, İslam’ın ve Müslümanların içinde olacağı, kamusal alan yalanları ile dışlanmayacakları bir toplumsal ve siyasal düzen kuramadılar, kuracaklarına dair de bir işaret yok. Evet, Gezi sonrası, başörtüsüz kadınların yayınladığı bildiri gibi umut veren şeyler de var ama bunlar çok sınırlı.
Şimdi; Medine’nin, Medine Vesikasının tam zamanı; bu ülkede yaşayan tüm vicdanlı, adalet duygusuna sahip, barış yanlısı, özgürlükçü insanları bir araya gelip, içinde herkesin; her kimliğin ve inancın yer alabileceği, herkesin güvende, herkesin tok ve herkesin özgür olduğu bir siyasal ve toplumsal düzen inşa edebiliriz, birlikte yaşayabiliriz. Bu herkesten önce Müslümanların boynunun borcudur; insanların karşısına böyle bir proje ile çıkmak Müslüman olmanın gereğidir. Bu hala böyledir.