Minareli siyasi simge kampanyası karşısında muhafazakârın çelişkili

xxx12

Minareli siyasi simge kampanyası karşısında muhafazakârın çelişkili ruh hali

İsviçre’nin Halk Partisi, minarelerin siyasi simge olduğu iddiasını ortaya atarak minare karşıtı kampanya başlattığında hemen aklımıza, Türkiye’nin Halk Partisi’nin başörtüsünü siyasi simge sayarak yürüttüğü başörtüsü karşıtı kampanya gelmesi, temel çelişkiyi burada bulma kolaycılığına savrulmamızı gerektirmez.

Hiç tereddütsüz, bu ülkenin Halk Partisi de tıpkı İsviçre’deki emsali gibi İslamî öğelerin toplumsal hayatta görünür olmasından pek hazzetmiyor ve laikliği bu öğelerin gözden uzak tutulması tarifiyle egemen kılmak istiyor. Dinin hayatın içindeki anlamı ve yeri bahsinde aşağı yukarı İsviçre’nin Halk Partisi gibi düşünüyor.

Yine, tıpkı İsviçre’nin Halk Partisi gibi bu diyarın Halk Partisi de birlikte yaşayabilmenin tek mümkün yolunun, bütün farklılıkların, demokratik ve özgürlükçü olmayan bir ideolojik çerçeveye itaat etmesinden geçtiğini dayatıyor. Bu çerçeveye biat edilmediğinde ise toplumsal entegrasyonun mümkün olamayacağını, modern ve laik bir sosyo-politik nizam kurulamayacağını, hatta cumhuriyetin tehlikeye düşeceğini savunuyor. Tıpkı İsviçre’nin Halk Partisi gibi, bizim Halk Partimiz de gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesinden dolayı bütün düğmelerin yanlış iliklenmiş olabileceğini aklına bile getirmiyor ve esasında ona yol gösteren paradigmanın özgürlüklerle, demokratik ilkeyle, insan haklarıyla ve inanç hürriyetiyle temelden çeliştiğini göremiyor.

Nasıl ki İsviçre’nin Halk Partisi’nin sözcüleri, Müslüman kızların İsviçre kızları gibi görünmediklerinden ve davranamadıklarından yakınıyorsa bizim Halk Partimiz de bazı kızlarımızın neden mesela İsviçreli kızlar gibi Batılı olamadıklarından dert yanıyor.

Bütün bunlar doğrudur ve bu memleketin Halk Partisi’nin Türkiye partisi olamamasına, aksine marjinal bir kesimin siyasi partisi haline gelmesine neden olan da zaten bu bakışaçısıdır.

Fakat çelişkileri hep görünen karşıtına bakarak kavrayabilen muhafazakâr zihnin İsviçre’de yaşanan minare krizi dolayısıyla bir kez daha asıl çelişkiyi farkemediğine tanıklık ediyoruz.

Minare karşıtı kampanyayı yürüten İsviçre Halk Partisi’nin, dikkatimizi hemen “medeniyetler çatışması” eksenine kaydıracak onca sözün arasında Müslümanların liberal ve modern değerlerle uyumlu olmadıklarını söylemesine muhafazakâr zihnin anlam verememesi, herşeyi zâhiri zıddıyla anlayabilen kapasitenin hassas terazi olmayı gerektiren durumlarda nasıl kalakaldığının kanıtıdır kuşkusuz.

İsviçre Halk Partisi’nin sözcüsü, “liberal hakların Müslümanlar için de geçerli olduğunu anayasaya mı yazmaları gerektiği”ni sorarken liberal değerlerin felsefi köklerine anlaşılabilir bir gönderme yapmış oluyor aslında. Siyasi gerilim ve rekabette kendisini Halk Partisi’nin laiklik, modernleşme ve Batılılaşma taaruzlarına karşı mevzilendirmiş olan muhafazakâr zihnin, kendisiyle aynı sütre gerisinde durduğunu sandığı liberalin de aslında görünen karşıtı ile aynı kandan geldiğini anlayamaması, muhafazakârın felsefi donanım, basiret, feraset ve hassas tartı niteliklerinden mahrum olmasından kaynaklanıyor; yahut bunlarla birlikte, kendisini zor durumda bırakacağını varsaydığı her türlü hakikate sırt çevirmeyi gerektiren reelpolitikçilikten ve siyaseten doğrunun tek hakikat kabul edilmesinden.

Hissizleşmiş algı dünyasının, “liberal değerler”i zorbalıkla değil de yatay ilişkiler ve yumuşak üslupla nüfuz ettiren yönteme tepki göstermesi nasıl beklenebilir ki? Hele de bu algı dünyası, iktidarda olma narkozuyla derin bir uykudaysa!

Oysa “liberal değerler” dendiğinde hemen aklımıza gelmesi gereken vazgeçilmez ilke, “birey” ve onu inşa eden modern zihin olmalıdır. Bilindiği gibi aydınlanma ideolojisinin “birey”i ile dinlerin “insan teki” aynı kavramsal manaya işaret etmez. Tanrı karşısında tek başına yükümlülük üstlenen insan tekini ifade eden dinin tanımı ile, insanı her türlü kayıt ve bağdan sözde özgürleştirerek hem toplumsal hayatta, hem de devlet karşısında bir başına bırakan modern, laik ve liberal değerler bütününün yapıtaşı olarak “birey”in anlamı arasında esaslı bir fark vardır.

Hem aydınlanmacı bir jakobenin, hem de “özgürlükçü” bir liberalin aynı “birey”e inanması ve onu eski dünyanın yükümlü insan tekinin karşısına çıkarması, gündelik politik çelişkiden sıyrılıp gerçek çelişkiyi görebilmenin ipucunu vermelidir.

Mesele CHP olduğunda bir çırpıda durumu kavrayabilen muhafazakâr zihnin, sorunun kaynağı liberal dünya görüşü olduğunda kalakalması sadece Türkiye’ye mahsus ittifak ilişkisinden kaynaklanmıyordur herhalde. Eğer asıl mesele, entegre bir toplum kurabilmek için “birey”in oluşturulmasını gerekli gören dünyagörüşünün farklı hayat tarzlarını kabul edememesi ise bu sadece totaliter rejimlere özgü bir şey de değildir. Hatta aslında “birey”, totaliter rejimlerden çok ve öncelikle liberalizmin üzerine eğildiği bir meseledir. “Birey”i inşa etmeye faşizmden daha fazla kafa yormuş bir ideoloji (liberalizm), adında “özgürlük” çağrışımı bulunuyor diye muhafazakârın müttefiki olabiliyor, hatta büyük halk desteğine sahip bir iktidarın beyni rolünü oynayabiliyorsa vay halimize!