Şimdi arkadaşlar, bugünkü Milli Güvenlik dersimizde konumuz; ordunun ve askerin görevleri, sorumlulukları. Dersin ilk bölümünde teorik bilgiler verdikten sonra, geri kalanında da kışlaların nizam ve intizamına dair pratik bilgiler vereceğim, yoğunlaştırılmış askerlik eğitimimde elde ettiğim bilgi ve deneyimlerimden yola çıkarak. Boru değil efendim, bedelli ve bedeli son kuruşuna, pardon son markına kadar ödenmiş bir askerlik yaptık bugüne bugün! Dile kolay, tam 28 gün; her bir gününü 24 ile çarpsanız bir hayli büyük bir yekûn saat tutuyor. Neyse o bahsi geçelim ve asıl bahsimize geçelim.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve ordumuz; görevi ülkeyi içten ve dıştan gelebilecek olan tehditlere karşı savunma vazifesini üstlenmiş olan silahlı devlet kuvvetidir. Yaptırım gücünü, T. C. Anayasası’ndan alır. Kara, Hava ve Deniz olmak üzere 3 kuvvetten oluşur, Jandarma ve Sahil Güvenlik ise alt birimleridir. Ordumuz, savunma görevini yerine getirmek için gerekli eğitimlerini yapar, daima tetiktedir, hazırlıklıdır. Kışlasında talimdedir.
Efendim, Ordunun görev ve yetkilerine kısaca değindikten sonra, “ordu göreve” diye pankart açanlara, “akademisyenler göreve, ders kürsülerine” diyoruz bu arada. Ayrıca, İspanya’da ortaya çıkan “gerekirse kışlamızdan çıkarız” diyen askerlere denilen “Ordunun görevi, hükümete itaattir” bahsine de değinmek istiyoruz.
İspanya’da Katalunya yönetiminin aşırı özerklik taleplerini eleştirirken “Gerekirse İspanya’nın bütünlüğü için kışlamızdan çıkarız” diyen Kara Kuvvetleri Komutanı General Jose Mena Aguado’nun görevden alınmasıyla birlikte, İspanya Savunma Bakanı Jose Bono, ordunun görevinin anayasada açıkça belirtildiğini kaydederek, “Her kim olursa olsun bu çerçevenin dışına çıkarsa suç işlemiş olur ve cezalandırılır” sözleriyle askerlere adeta gözdağı vermişti. Askerin siyasi görüşünü toplum önünde ifade edemeyeceğini vurgulayan Bono şunları da eklemeyi ihmal etmemişti: “İspanyol ordusunun görevi Ortaçağ krallıklarına hizmet etmek değil, sandıktan çıkan hükümete itaat etmektir. Ordu mensubu bir kişi hangi rütbede olursa olsun anayasal çerçeve dışına çıktığı takdirde suç işlemiş olur ve cezalandırılır. Askerin siyasi görüşü olabilir, ancak askerlerin siyasi görüşlerini toplum önünde ifade etmeleri yasaktır. Ordunun hizmet görevi Anayasa’da açıkça belirtilmiştir. Her İspanyol vatandaşının olduğu gibi, askerin de bu Anayasa'ya uyma zorunluluğu vardır. Hiç kimsenin Anayasa önünde ayrıcalığı yoktur.”
İspanya Genelkurmay Başkanı Jose Antonio Garcia Gonzalez de yaptığı açıklamada, hükümetin kararlarını sonuna kadar desteklediklerini söyleyerek, “ordu içinde disiplinsizlik” olarak adlandırılan bu tür açıklamaların ordu içinde cezalandırılacağını vurgulamıştı. Demek ki neymiş efendim,
Avrupa gibi demokratik ülkelerde ordunun asli görevi seçilmiş siyasi iradeye itaat imiş. Militarist, despotik idarelerde herhangi bir nizam intizam olmadığı için efendim, isteyen kafasına göre hareket edebiliyor ama onları istisna tutuyoruz. Onlara, militarizmdir, ne yapsa yeridir, der geçeriz..
Evet, efendim,
Kısa teori bilgilerinden sonra şimdi pratik bazı bilgilere geliyoruz. Lütfen arkadaşlar; kışla içerisinde, lüzumsuz ise lambaları söndürünüz. Artık cep telefonu kullanmıyorsunuz. Ne demiştik; el bombası mı daha tehlikeli, yoksa cep telefonu mu? Tabii ki cep telefonu. Neden? Ergenekon savcıları her an dinleyebilir de ondan. Dermişim. Yok canım. Hani haberlerde çok çıkıyor ya, cep telefonu çok kullanıldığında kanser filan yapabiliyormuş, kulağa da zarar verebiliyormuş, o açıdan demiştim. Bir de sabah talimlerine dikkat, çevre mıntıkasını düzgün yapın. Öyle izmarit filan görmeyeceğim. Hiç sağım solum belli olmaz, her an bir alaya, tabura dalarım, birinde bir izmarit, çöp bulayım; arıza çıkarırım! O kadar yıl hukuk da okudum, askeri mevzuatları da bilirim az buçuk. Sorumluları“disko”ya yollayabilecek yolları da bulurum, ona göre.
Neyse efendim, bugünlük ders bu kadar. Artık böyle. Neden derseniz; askeri erkânımız ikide bir siyasetçinin, gazetecinin ne yapmasını gerektiğini sürekli olarak hatırlatıyorlar. Hatta daha olmadı bu işi bizzat kendileri yapmaya kalkıyorlar bazen. Bizde de bir boşluk oluştu. Hani omzundan bir yük kalkınca, sen de gidip başkalarının yükünü alasın gelir ya... Bir de askerlik çok mühim bir mesele, ülkenin savunması vazifesi onun üzerinde. Bu konunun zaafa uğramaması gerekiyor. Hep asker değil ya, ben de durumdan vazife çıkardım böyle!
Fakat efendim hemen belirteyim ki bendeniz, bu konunun uzmanı olma iddiasında değildir katiyetle... Tarkan ile aynı tertip gittik askerliğe. Gerçi bizim alaya Çelik denk geldiydi, onun yüzü hürmetine bol, bol marş söylediydik biz de. Fakat askerliği kısa dönem, yani en azından şöyle 6, 8 ay yapmış değerli gazeteci, yazar dostlarımız var. Hele 18 ay uzun dönem yapmış olan değerli büyüklerimiz var ki, kim bilir neler anlatırlardı? Marşla yürüme, atış talim konularında en azından... Bir gez-göz- arpacık olayını irdelese bir büyüğümüz o bile çok makbule geçecektir…
Gazetecilikte üstat büyüklerimi de göreve çağırıyorum buradan. Mesela aynı zamanda bir Ortadoğu uzmanı olan Cengiz Çandar’dan sıcak çatışma ortamlarında asker ne yapmalı konusunda bir sunum beklerim hani. Bir Mehmet Altan hocadan askeri harcamalarda bütçe hesaplamaları konusunda bir konuşma. (Ama CNN Türk’te filan olmasın, orada bazen firkateynlerden canlı bağlantılar oluyor, konu dağılıveriyor da, o açıdan.) Ahmet Altan ve Orhan Pamuk Beylerden de birer askeri strateji dersi beklerim ama detaylarını kendileri belirlesinler.
Fikret Bila üstadımızdan da bir ders beklerim ki, onun konusunu şimdiden belirliyorum; askerin, kamuoyunu bilgilendirmede, basın yayın organlarını en verimli kullanma stratejileri bahsi üzerine. Öyle çok doktriner tartışmalara girmeden ama, seçilmiş 3-4 makalesinden örneklerle mesele ortaya konulsa kafidir efendim..
Ama bu iş burada biter mi? Bitmez. Asker, durumdan vazife çıkardıkça demokrasiye “balans ayarı” yapıyor, andıçlar- muhtıralar yayınlıyor. Siyasetin nasıl olması, nasıl olmaması gerektiğini belirliyor… Bunların hepsi birer emektir, hepsi birer mesaidir.
Onların bu kadar siyasete kafa yorduğu noktada, siyasetçilerimizin de askeri konularda biraz yorulmaları gerekiyor zannımca. Akademisyenler ki onlara dünden vazife düşüyor! Ne o öyle efendim, “ordu göreve” çağrıları filan. Biraz da siz yapın bu işi, her şeyi ordudan beklememek lazım. Sizin işiniz asıl araştırma, geliştirme…
Mahalle komşumuz Ayşe Teyze, Fatma Abla; size de görev düşüyor, öyle kaytarmak yok. Ordumuz üst zevatı sizler için kafa yormuyor mu; başınızı örtüp örtmeyeceğinizi bile.. Örtecekseniz de nasıl örteceğinizi. Boyundan sıkmanın usulleri filan derken, bunların hepsi birer iş. O zaman sen de düşün; ordunun görevini daha iyi yapması için sen neler anlatabilirsin, yapabilirsin..?
…
Evet efendim;
2. Abdülhamid’in bir hatırasını aktarmadan sözü burada bitirirsem şişer kalırım inanın!
Bir gün sarayın aşçısı koltuğunun altında bir dosyayla Sultan 2. Abdülhamid’in karşısına gelir ve: “Hünkârım, Devlet-i Al-i Osmaniye’nin düzlüğe çıkması ve meselelerin halli için bir rapor hazırladım” der, gayet ciddi ve kendinden emin bir şekilde. Hünkâr da yanındaki yaverine: “Yahu bizim aşçı başı devlet meselelerini halletmiş, siz de vezir-i azama haber verin de gelsin, mutfakta bize bir hünkârbeğendi yapsın getirsin hele” demiş.
Tam öyle mi demiş bilemiyorum, aklımda kaldığı kadarını aktardım. Ha iki kelime az, ha iki kelime fazla.. Şu anki ahvalimizi özetlemiyor mu ama..?
RAMAZAN KERPETEN
Stockholm - İsveç