Milletvekili Aday Belirleme veya Emaneti Ehline Verme Kriterleri

Özcan GÜNGÖR

Ünlü sosyolog Durkheim sosyolojisinin temel kavramlarından olan “mekanik” ve “organik” dayanışma çözümlemesi günümüzde “emaneti ehline verme” emrini anlamada bize yardımcı olabilecek anahtarlar gibi durmaktadır.

Durkheim’e göre geleneksel topluluklarda ya da az gelişmiş topluluklarda ilişkiler yüz yüze veya diğer adıyla mekaniktir ve iş bölümü çok basittir. Genelde insanlar aynı işi yaparlar ve toplumda şaşırtıcı bir farklılık yoktur. Bu toplum yapısında kollektif bilinç hakimdir ve bireyselliğe pek yer yoktur zira, bu basit sosyal sistem içinde yer alan topluluklarda herkesin potansiyeli hemen hemen aynıdır. Bu tip yapıdaki toplumlarda özel mülkiyet ya hiç gelişmemiş ya da çatışma konusu değildir, bu yüzden lidere uyum ve tam itaat hem doğaldır hem de sosyalleşme araçlarıyla bu tip insanlar yetiştirilmeye devam edilir.

Ancak, toplumlar gelişip modernleşirken, sanayi ekonomileri ve karmaşık işbölümleri gelişir ve sonuçta mekanik dayanışmaya dayalı toplumsal yapı daha fazla devam edemez. Farklı meslekler, hayat tarzları ve alt-kültürlerin çoğalması ve yasallık kazanmasıyla, benzerlik yerini farklılaşmaya, homojenlik heterojenliğe bırakır. Yine bu toplumsal yapıda yüz yüze ilişkiler ve resmi olmayan (informel) sosyal kontroller artık toplumu bir arada tutamaz; bu yapı toplumsal düzen ve bireysel özgürlüğün başarılı bir biçimde sağlanabileceği organik dayanışmayı gerektirir.

Durkheim için, organik dayanışmanın özünü, herkesin karşılıklı bağımlılık içinde olduğu kompleks işbölümü oluşturur. Yani herkes farklı da olsa bir sistem içinde bütüncül ve uyumlu bir hayat için toplumsal işbölümü ve branşlaşmaya uygun organik bir dayanışma sistemi gereklidir. Yani özel anlamıyla her emanet (sorumluluk) ehline verilmelidir. Ki toplumsal kargaşa, düzensizlik ve anomi yaşanmasın. Diğer bir deyişle modern toplumun çıkmazlarını, buhranlarını çözecek olan bu işbölümüne verilen ya da verilmesi gereken önem temel bir rol oynayacaktır.

Bu çözümlemede Durkheim’in geleneksel toplum ve modern toplumdaki insan ilişkilerine dair yorumları dikkat çekicidir. Konunun bize bakan yönüne gelince;

Ülkemiz bir seçim hazırlığına doğru gitmektedir. Sizler belki bu yazıyı okuduğunuzda liderler milletvekili adaylarını deklare etmiş olacaklardır. Seçimlerde gerek liderler gerekse de bireyler, seçilecek ve oy verilecek adaylarda iş bilirlik; yani ehliyet ve liyâkati ilk şart olarak dikkate almalıdırlar. Ondan sonra doğruluk ve dürüstlük aranmalı, son olarak dindarlığa ya da inandığı davadaki samimiyetine bakılmalıdır. Zira ehliyet ve dürüstlük olmadan kişinin inandığı davada samimi olması bir mana ifade etmeyecektir. Gerçi ülkemizde tercihler hala tamamen liderlerin sultasında şekillense de bu hakikat liderler tarafından da gözetilmelidir.

Özel anlamıyla emanet (devlet işleri ) ehline verilmeyince işler aksar, toplumda huzursuzluk ve kargaşa başlar, şikâyet ve kavga da artar. Toplumsal güven ciddi manada zedelenir. Kamu işleri için yetki vermek durumunda olan kimseler, ehil olmayanlara yetki vermekle dinimize göre emanete hıyanette bulunmuş olurlar ve bunun zararını da önce kendileri başarısızlık olarak çekerler sonra da toplum bu sıkıntıları gögüslemek zorunda kalır.  

Nisa, 4/58’deki “Emanetleri ehline vermenizi Allah size emreder” ayetinin şu olay üzerine nazil olduğu dile getilirir.  

İslâmiyetten önce Kâbe ile ilgili bazı hizmetler belli kişiler tarafından yürütülüyordu. Peygamberimiz Mekke'yi fethettiği gün Kâbe'nin anahtarlarını Osman b. Talha b. Abdüddar taşıyordu. Peygamberimiz bu kişiyi çağırtarak Kâbe'yi açmasını emretti. Orada hazır bulunan Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, eskiden sorumluluğunda bulunan hacılara su dağıtma görevi ile beraber Kâbe anahtarlarının da kendisine verilmesini istedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Peygamberimiz de Kâbe'nin anahtarlarını eskiden beri taşıyan Osman b. Talha'ya vererek:

– Ey Ebû Talha evlâdı, atalarınızdan kalma olan Kâbe kapıcılığı sizde kalmak üzere, işte anahtarlarını alınız, bunu, haksızlık yapmadan hiç kimse sizden alamaz, buyurdu ve anahtarlarını eskiden olduğu gibi aynı sahibine tekrar verdi.

Bu Ayet’i Kerimeyi ve hikayeyi bilmeyen liderimiz ya da yönetici konumdaki insanımız yok gibidir, ancak liderlerimiz iş icraata gelince maalesef biraz da az gelişmiş toplumlardaki yönetici profilinin etkisiyle sanki bu ilahi hükmün sosyolojik gerçekliğinden hiç haberdar değilmiş gibi hareket ederler.

Ülkemiz toplumsal ilişkiler açısından hızla geleneksel yapıdan sıyrılarak modern ilişkiler sistemine evrilmektedir. Eskiden az gelişmiş yapılarından dolayı bir kaç işi bir kişi yapabilirken, şimdi bu işlerde aşırı ihtisaslaşma artık her işin tam ehlini gerektirmektedir. Bu çağda hala yüzyüze ilişkilere dayalı, lidere veya yöneticiye yakın ve yandaş olan, ekonomik gücü olan kimseler tercih edilirse, bu tercih otuz yaşındaki bir gence yirmi yıl önce giydiği gömleği giydirme teşebbüsü ve gerici bir yaklaşım olacaktır. Örneğin özel sektörde bu kriterlere dayalı bir yönetici veya kişi görmek mümkün değildir.

Eğer maksat kamu işlerinin aksamadan düzenli bir şekilde yürütülmesi, gelişen dünya yönetim sistemlerine entegre demokratik hayat tarzına uygun araçlar bulunması ve gerek devlet gerekse de herhangi bir kamu kurumunu dünya standartlarında hizmet veren bir yapıya dönüştürmek ise bu işe ehil olan birisini getirmek gerekir. Emânetin ehil olmayan kimselere verilmesi demek, bilgi ve liyâkatine bakmadan daha çok geleneksel ilişki türlerinde olduğu gibi yakınlık esasına bağlı olarak  insanlara yetki ve sorumluluk vermek demektir. Sırf kişinin kendisine yakın diye bilgisiz, liyâkatsiz, dünyayı okuyamayan, kendisinden beklenen sorumlulukları hep emir komuta zinciri içerisinde düşünen kişileri göreve getirmesi işleri çığırından çıkaracak bir zorunluluktur. 

İşin doğrusu liderlik de burada yatmaktadır. Yani her işin en yüksek verim alınabilecek ehil kimseye verilmesi liderin kendine güveni ve yönetebilme beceresini gösterecektir. Aksi takdirde kendine güvenemeyen, işbilenlerden korkan lider tipleri artık “geleneksel” toplulukların liderleri olarak görev ifa ederler, ancak o liderler çağımızın hızla değişen gündeminde, her konuda işbölümünün arttığı bir yapıda Türk toplumunu dünyanın önde gelen milleti yapamayacaklardır. Bir yönüyle de hangi kademeden yönetici olursa olsun seçilen kişiler liderlerin çapını gösterecektir.  

Umarım, 21.yüzyılın super gücü olarak Türkiye’nin dünya devletleri dengesindeki beklenen/özlenen yerini alabilmesi için bütün partilerimizin liderleri, kadrolarını kurarlarken ehliyet ve liyakata, doğruluk ve dürüstlüğe ve son olarak da kendi dava, inanç ve felsefelerine bağlı insanları tercih ederek milletvekilliği seçimlerine girerler.   

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.