Anayasada düşünülen değişiklikler ortaya çıkmaya başladığından beri belli bir kesimde telaş başladı. Yapılan tüm açıklamalara bakıldığında doğrudan ifade edilmese bile anlaşılan o ki bu kesim anayasada her türlü değişikliğe karşı. Darbe döneminde yapılmış anayasa ile oluşturulmuş tüm kurumlar olduğu gibi dursun isteniyor. Böylece sistemin aynen sürmesini savunuyorlar. Yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre var olan kurumların kaldırılması söz konusu değil. Sadece bazı değişiklikler öngörülüyor. Söz konusu değişiklikler Parlamento'da görüşülüp kabul edildikten sonra halkın oyuna sunulacak, halkın çoğunluğu değişikliklere evet diyecek olursa uygulamaya girecek. Yani darbe anayasası da halkın oyuna sunulmuş öyle yürürlüğe girmişti şimdi yapılan değişikliklerde halkın oyuna sunulacak. Çoğunluk evet diyecek olursa değişiklikler hayata geçecek. Kısacası gündeme gelen anayasa değişikliği hayata geçecek olursa bu halkın iradesi ile olacaktır. Bu bilinen gerçekleri bir hususa dikkat çekmek için hatırlattım.
Son günlerde özellikle parti kapatma konusunda Meclis'in onayının aranması, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu(HSYK) üyeliklerine Meclis'in de üye seçmesine karşı yapılan eleştirilerde ısrarla yargının yürütme tarafından kuşatma altına alınmak istendiği iddiaları gündeme getiriliyor. Halbuki yapılacak değişiklik halka sunulacaksa ve sonunda değişiklik kabul edilecekse yürütmenin yargıyı kuşatmasından söz etmek yanlış olmaz mı? Böyle bir yaklaşım halktan korkmak anlamına gelmez mi? Bir diğer ifade ile darbe anayasasının darbecilerden kurtulmak için de olsa halk tarafından kabul edilmesine itiraz etmeyenlerin ve aynen muhafaza edilmesini isteyenlerin bugün yine halkın iradesi gündeme gelince bu gerçeği neden görmek istemediklerini anlamak oldukça zordur. Eğer bir kuşatma olacaksa bu halk tarafından olacaktır. Daha doğrusu halkın temsilcileri yüksek yargıya üye seçme imkanı bulacaklardır. Böyle bir gelişmeye karşı çıkanlara, dolaysıyle halka ve halkın seçtiklerine güvenmeyenlere halkımız ve halkın seçtiklerinin güvenmesini beklemek mümkün olur mu? Çünkü güven olayı karşılıklı olursa bir anlam ifade eder tek taraflı güven her an yok olabilir. Darbe anayasaları halka duyulan güvensizlik üzerine bina edilmiş olduğundan çoğu zaman yasama ve yürütmenin eli kolu yüksek bürokrasi tarafından bağlanabilmektedir. Yapılan anayasa değişikliği ile bu bağlar çözülmeye çalışılıyor. Anayasa değişikliğinden benim anladığım budur. Halkın iradesinin tecelli etmesinin yolu da böyle açılabilir. Bu değişikliklere yargı kuşatılmak isteniyor diyerek karşı çıkmak yasama ve yürütmenin kuşatılmasını istemek anlamına gelmez mi? O zaman 4 ya da 5 yılda bir halkın önüne sandık koyup kendisini yönetecekleri seçmesini istemenin anlamı kalır mı? Böyle bir yaklaşım halka sen istediğini seçmekte serbestsin ama bazı kurumlar istemediği sürece senin seçtiklerinin bir gücü olamaz demekten farklı mıdır? Halbuki bu değişiklikler yapılırken savunulması ve tartışılması gereken ne yargının ne de yasama ve yürütmenin birbiri tarafından kuşatılmamasının engellenmesini istemek ve bunun tedbirinin alınmasını savunmak doğru olmaz mı? Elbette ülke yönetilirken tüm kurumların ortak hareketi ve dayanışması gerekir. Bunun aksini istemek yanlış olur. Ancak son sözü söyleyen bir makam ya da organın bulunması gerekir. Eğer oluşturulmuş sistemde son sözü söyleyecek olan doğrudan halk ya da halkın seçtikleri ise o sistemin adı demokrasidir. Böyle bir uygulama egemenliğin millette olduğunu gösterir. Ancak son sözü millet ya da milletin seçtikleri söylemiyor, söyleyemiyorsa o zaman sisteme farklı bir ad bulmak gerekir.
Bir toplumda herkesin aynı şeyleri düşünmesi, bir anayasa değişikliğine aynı bakış açısından yaklaşması beklenemez. Ancak, sistem olarak demokrasi ortak noktamızı oluşturacaksa tartışmalarda keyfiliklere fazla yer olmamalıdır. Eğer herkes kendine göre bir yaklaşım sergiliyorsa o zaman sistem olarak istediklerinin ne olduğunu da tarif etmeleri gerekir. Milletin karşısına çıkınca egemenliğin millette olduğu söylenecek hem de millet iradesini yeri geldiğinde devre dışı bırakabilecek kurumların aynen muhafaza edilmesini bir takım iddialarla savunmak tam bir çelişkidir. Sanıyorum esas sorunumuz da bu çelişkilerden kurtulamamaktır.